There is a small garden in front of my house.
- Evimin önünde ufak bir bahçe var.
During the vacation my sister and I stayed at a small village at the foot of Mt. Fuji.
- Kız kardeşim ve ben tatilde Fuji Dağı'nın dibindeki ufak bir köyde kaldık.
I have a little present for you.
- Sana ufak bir hediyem var.
There is little hope that he will succeed.
- Onun başarılı olacağına dair ufak bir umut var.
Tom is petty, isn't he?
- Tom ufak tefek, değil mi?
Dan survived with minor injuries.
- Dan ufak yaralarla kurtuldu.
Tom was involved in a minor accident.
- Tom ufak bir kazaya karıştı.
I am grudged even the least bit of happiness.
- En ufak mutluluk bile bana çok görülüyor.
I haven't the slightest idea.
- En ufak bir fikrim bile yok.
He's offended at the slightest thing, he takes exception to nearly everything we say to him.
- O en ufak bir şeye darılıyor, ona söylediğimiz yaklaşık her şeye itiraz ediyor.
What you make is small potatoes compared to the boss's salary.
- Ne kazandığın patronun maaşı ile karşılaştırıldığında ufak tefek şey.
Tom is petty, isn't he?
- Tom ufak tefek, değil mi?
What you make is small potatoes compared to the boss's salary.
- Ne kazandığın patronun maaşı ile karşılaştırıldığında ufak tefek şey.
The room is full of odds and ends.
- Oda ufak tefek şeylerle dolu.
I am grudged even the least bit of happiness.
- En ufak mutluluk bile bana çok görülüyor.