uçmaz

listen to the pronunciation of uçmaz
Турецкий язык - Английский Язык
fixed
Not changing, not able to be changed, staying the same

He looked at me with a fixed glare.

Simple past tense and past participle of fix
Attached; affixed

The closest affinities of the Jubulaceae are with the Lejeuneaceae. The two families share in common: (a) elaters usually 1-spiral, trumpet-shaped and fixed to the capsule valves, distally.

{a} fastened, settled, determined
Protected from arrest
If you say that someone has fixed ideas or opinions, you mean that they do not often change their ideas and opinions, although perhaps they should. people who have fixed ideas about things. flexible
(of a number) having a fixed and unchanging value securely placed or fastened or set; "a fixed piece of wood"; "a fixed resistor"
"frozen prices"; "living on fixed incomes"
Attacked or punished
past of fix
{s} set firmly in place; stabilized; protected or preserved; steady, firm; not volatile (Chemistry); predetermined; illegally prearranged
Stable; non- volatile
If someone has a fixed smile on their face, they are smiling even though they do not feel happy or pleased. I had to go through the rest of the evening with a fixed smile on my face
Of a gambling device or game, crooked, dishonest, or rigged
Of an animal, spayed or neutered
incapable of being changed or moved or undone; e
directed with intense concentration; "a fixed stare"; "an intent gaze"
fixed and unmoving; "with eyes set in a fixed glassy stare"; "his bearded face already has a set hollow look"- Connor Cruise O'Brien; "a face rigid with pain
Of a a public election, rigged or altered
specified in advance; "a given number"; "we will meet at a given time and location"
{i} point

The plane was on the point of taking off. - Uçak kalkış noktasındaydı.

He uses a pencil with a fine point. - O güzel uçlu bir kurşun kalem kullanır.

end

Tom and Mary sat at opposite ends of the couch. - Tom ve Mary koltuğun zıt uçlarında oturdular.

Wash eggplants and cut their endings. - Patlıcanları yıkayın ve onların uçlarını kesin.

{i} tip

Tom quietly tiptoed out of the room. - Tom, parmak uçlarında yürüyerek sessizce odadan çıktı.

Tom slipped quietly into his clothes and tiptoed out of the room. - Tom sessizce elbiselerini giydi ve ayak uçlarına basarak odadan çıktı.

edge

Are you sure it's safe to stand that close to the edge of the cliff? - Uçurumun kenarına bu kadar yakın durmanın güvenli olduğundan emin misin?

It would be dangerous to go too near the edge of the cliff. - Uçurumun kenarına çok yaklaşmak tehlikeli olurdu.

extreme

Fadil went to extremes to cover up his greed. - Fadıl açgözlülüğünü örtmek için uçlara gitti.

He fell from one extreme to the other. - O bir uçtan diğerine düştü.

bit

Our flying time tonight will be just under 6 hours, but I'll see if I can speed things up a bit. - Bu gece uçuş saatimiz 6 saatin altında olacak, ancak bazı şeyleri biraz hızlandırabilip hızlandıramayacağımızı göreceğiz.

coast

The plane rose sharply before leveling off as it left the coast. - Uçak sahilden ayrılırken düz uçuşa geçmeden önce hızla yükseldi.

{i} top
{s} peak
closing
{i} pole
lip
{f} fly

Words fly away, the written remains. - Söz uçar, yazı kalır.

Bats usually fly in the dark. - Yarasalar genelde karanlıkta uçar.

(Gıda,Teknik) nozzle
(Dilbilim) margin
(Biyokimya) ultimate

His Noodliness, the Flying Spaghetti Monster is the ultimate truth in the universe. - Onun Noodliness'i, Uçan Spagetti Canavarı evrende nihai gerçektir.

lead

Tom wanted a pencil with a softer lead. - Tom daha yumuşak uçlu bir kurşun kalem istedi.

(Otomotiv) pin

It was so quiet you could hear a pin drop. - O kadar sessizdi ki sinek uçsa duyabilirdın.

You could hear a pin drop. - Sinek uçsa duyabilirsin.

extremal
(Argo) hardcore
nose
terminus
tail end
(Denizbilim) boundry
pen-nib
(İnşaat) blade
(Askeri) point bar
summit
nib
{i} butt

A bat flying in the sky looks like a butterfly. - Bir yarasa gökyüzünde bir kelebek gibi uçuyor.

Brilliant butterflies flew hither and thither. - Parlak kelebekler oradan oraya uçtu.

{f} flown

If I go by air one more time, I'll have flown in an airplane five times. - Ben bir kez daha hava yoluyla gidersem uçakta beş kez uçmuş olurum.

Have you ever flown in a blimp? - Hiç zeplinle uçtun mu?

{f} flying

We are flying over the Pacific. - Biz Pasifik üzerinde uçuyoruz.

We are flying to Los Angeles tomorrow. - Yarın Los Angeles'a uçuyoruz.

spout
limit
flew

We flew from London to New York. - Londra'dan New York'a uçtuk.

Timuçin flew from Yozgat to Warszawa with Ryan Air. - Timuçin, Yozgat'tan Varşova'ya Ryan Air ile uçtu.

tipping
barb
kuş uçmaz kervan geçmez
out-of-the way, desolate
kuş uçmaz kervan geçmez
outlying
kuş uçmaz, kervan geçmez desolate, lonely
(place)
rengi uçmaz
colourfast, non-fading
terminal
end, extremity; tip
tip; point; extremity, end; pen-nib; reason
toe
tail

The International Sun-Earth Explorer 3 (ISEE-3) spacecraft made the first ever direct cometary measurements on September 11, 1985 as it flew through the tail of Comet Giacobini-Zinner. - Uluslararası Sun-Earth Explorer 3 uzay gemisi kuyruklu yıldız Giacobini-Zinner'in kuyruğu boyunca uçarken 11 Eylül 1985'te ilk doğrudan kuyruklu yıldız ölçümleri yaptı.

The tail at the rear of the plane provides stability. - Uçağın arkasındaki kuyruk denge sağlar.

the extreme

The town is located in the extreme north of Japan. - Kasaba Japonya'nın en uç kuzeyindedir.

point (of a sharply pointed instrument)
hist. march, borderland
extremity
apex
tab
cusp
ending

Wash eggplants and cut their endings. - Patlıcanları yıkayın ve onların uçlarını kesin.

endpiece
Турецкий язык - Турецкий язык

Определение uçmaz в Турецкий язык Турецкий язык словарь

cunda
gunçul
Genellikle uzun bir nesnenin incelerek biten son ve sivri noktası: "Bu resmin iki gözü bir makasın ucu ile oyulmuştu."- A. Gündüz
Bir yerin en kenarda kalan bölümü
Bir şeyin kenarı: "Kırk kişilik bir masanın bir ucunda, üç kişiyiz."- R. H. Karay
Sınır boyu
Sebep
Genellikle uzun bir nesnenin incelerek biten son ve sivri noktası
Bir şeyin kenarı
Uzun bir şeyin baş veya son noktası
Bir uzaklığın son noktası: "İstikbal bu yolun ucundan bir güneş gibi doğuyor."- F. R. Atay
Bir şeyin başı, tepesi
Bir uzaklığın son noktası
Türk devletlerinde genel olarak sınır boylarındaki eyalet ve sancaklara verilen ad
Bir şeyin başı, tepesi: "Ayaklarının ucuna basarak beşiğin yanına geldi."- H. E. Adıvar
Amaç, gaye
uçmaz
Избранное