Onun söylediği doğru.
- What he said is true.
Hikâye doğru görünüyor.
- The story seems true.
Hakiki uyruğumuz insanoğludur.
- Our true nationality is mankind.
Onun hikayesi gerçek görünüyor.
- His story sounds true.
Bu da seninle ilgili gerçek.
- This is true of you, too.
Bu hikaye kulağa acayip gelebilir ama tamamen gerçektir.
- This story may sound strange, but it's absolutely true.
Tom, Mary'nin söylediğinin gerçek olduğu ihtimalini tamamen görmezden gelemedi.
- Tom couldn't completely rule out the possibility that what Mary said was true.
Bu, Fadıl Sadık'ın gerçek hikayesidir.
- This is the true story of Fadil Sadiq.
Sadece değişenler kendilerine sadık kalırlar.
- Only those who change stay true to themselves.
Gerçek güzellik içten gelir.
- True beauty comes from within.
Onun cinayetinden sorunlu asıl katil sensin!
- The true killer responsible for her murder is you!
Tom'un asıl niyeti ne?
- What are Tom's true intentions?
Bunun gerçekten doğru olup olmadığına emin değilim.
- I'm not sure if this is really true or not.
Bu gerçekten doğru değil.
- That's not really true.
O tam olarak doğru değildi.
- That wasn't exactly true.
O tam olarak doğru değil.
- That's not exactly true.
Açıklamayı doğru olarak kabul ediyorum.
- I accept the statement as true.
Bir silaha sahip olduğunuz doğru değil mi?
- Isn't it true that you own a gun?
The strength and number of blows depends on how far out of true the shafts are.
He trued the spokes of the bicycle wheel.
The true king has returned!.
We spent all night truing up the report.
this gun shoots true.
I'm sure that is the truth.
- I'm sure that's true.