Açlık insanlar arasında büyük sıkıntıya neden oldu.
- Famine caused great distress among the people.
Haber onu sıkıntıya soktu.
- The news distressed her.
Bu acıklı bir hikaye.
- That is a distressing story.
Biz o gemiden bir tehlike sinyali aldık.
- We've got a distress signal from that ship.
Gemi bir tehlike sinyali gönderdi.
- The ship flashed a distress signal.
She distressed the new media cabinet so that it fit with the other furniture in the room.