Kanser hastaları sıklıkla bulantı nöbetlerini azaltmakla uğraşmak zorundadır.
- Cancer patients often have to deal with debilitating bouts of nausea.
Onun patronu ile uğraşmak zordur.
- Her boss is hard to deal with.
Onunla ilgilenmek zorunda kalacaksın.
- You're going to have to deal with that.
Bu tür sorunla ilgilenmek için eğitildim.
- I've been trained to deal with this kind of problem.
Durumun üstesinden gelmek gittikçe zorlaşıyordu.
- The situation was getting difficult to deal with.
Bunu halletmek için hazır olmadığını biliyorum.
- I know you're not ready to deal with this.
Şimdi bunu halletmek zorundayım.
- I have to deal with this now.
Böyle bir sorun ile uğraşmak zordur.
- Such a problem is hard to deal with.
Onun patronu ile uğraşmak zordur.
- Her boss is hard to deal with.
The teacher knew how to deal with these lazy students.