to move; to progress; to go

listen to the pronunciation of to move; to progress; to go
Английский Язык - Турецкий язык

Определение to move; to progress; to go в Английский Язык Турецкий язык словарь

way
ilerleme

Korkarım onu bu şekilde yaparak ilerleme kaydedemeyeceğiz. - I'm afraid we'll get nowhere doing it this way.

Rusçamın hâlâ iyi olmadığını biliyorum fakat kaydettiğim ilerlemeden oldukça mutluyum. - I know my Russian still has a long way to go, but I’m pretty happy with the progress I’ve made.

way
{i} yol: on the way to Bolu Bolu yolu üzerinde
way
{i} gidişat
way
{i} usul

Yulaf ezmesini yiyebileceğim tek usul bol şekerlidir. - The only way I can eat oatmeal is with a lot of sugar.

Tom onu usulüne göre yaptırdı. - Tom got it done right way.

way
husus
way
uzak mesafede
way
mesafe

Göl buradan uzun bir mesafedir. - The lake is a long way from here.

O zamandan beri büyük mesafe kaydettik. - We've come a long way since then.

way
yol

20. yüzyılın ortalarından beri Pekin'de su kuyusu sayısı önemli ölçüde düşmüş ve yeni yol ve binalar için bir yol yapmak için yıkılmışlardır. - Since the mid-20th century, the number of hutongs in Beijing has dropped dramatically as they are demolished to make way for new roads and buildings.

Twitter'ın sloganı Dünyanızda nelerin yeni olduğunu keşfetmenin en iyi yolu.'dur. - The motto of Twitter is The best way to discover what's new in your world.

way
yöntem

Biz senin yönteminin dışında kalacağız. - We'll stay out of your way.

Yöntem biri, bir ikiyi, iki üçü, ve üç sayısız şeyleri üretir. - The Way produces one, one produces two, two produces three, and three produces the myriad things.

way
uzakta

O çok uzakta yaşıyor. - He lives a long way away.

O adam biraz uzakta duruyordu fakat Tom'un bağırdığını duyunca geri döndü. - That man was standing a little ways away, but he turned when he heard Tom shout.

way
taraf

Tom'un, kendisiyle konuşulduğunda başka bir tarafa bakma huyu vardı. - Tom had a propensity for looking the other way when spoken to.

Bizim tarafa yolun düşerse, bize uğramayı unutma. - Be sure to drop in on us if you come our way.

way
{i} iş alanı
way
{i} davranış

Onların ona davranış tarzı hakkında söylendi. - He grumbled about the way they treated him.

Tom Mary'nin davranış şeklini onaylamıyor. - Tom doesn't approve of the way Mary's been behaving.

way
{i} gelenek

Bir dil öğrenmenin geleneksel yolu olsa olsa birinin görev duygusunu tatmin edebilir ama o bir sevinç kaynağı olarak hizmet edemez. Ayrıca muhtemelen başarılı olmayacaktır. - The traditional way of learning a language may satisfy at most one's sense of duty, but it can hardly serve as a source of joy. Nor will it likely be successful.

way
{i} durum

Bir kişinin bir şeye bakış şekli onun durumuna bağlıdır. - A person's way of looking at something depends on his situation.

Yağmur yağdıktan sonra havanın çok taze ve temiz olması durumunu seviyorum. - I love the way the air is so fresh and clean after it rains.

way
{i} bakım

Bir bakıma, Susie anneme benziyor. - In a way, Susie seems like my mother.

Kız kardeşim ve ben her bakımdan farklıyız. - My sister and I are different in every way.

way
cihet
way
{i} tarz, biçim, şekil: in a polite
Английский Язык - Английский Язык
way
to move; to progress; to go
Избранное