Cılız ve narin bir çocuktu.
- He was a weak and delicate child.
Calhoun konuşmasını okuyamayacak kadar çok cılızdı.
- Calhoun was too weak to read his speech.
O, hastalığından sonra hâlâ güçsüzdü.
- She was still weak after her illness.
Güçsüz bir prens olan Eric Danimarkalılar arasında büyük hoşnutsuzluğa sebep olan kötü bir para sistemi çıkardı.
- Eric who was a weak prince issued a bad coinage which excited great discontent among the Danes.
Ekonomi zayıf olmasına rağmen, bazı şirketler hâlâ kazanç sağlıyor.
- Although the economy is weak, some companies are still making a profit.
Herkesin hem güçlü hem de zayıf noktaları vardır.
- Everyone has both strong and weak points.
Kahvemi hafif istiyorum.
- I'd like my coffee weak.
Kahvemi hafif severim.
- I like my coffee weak.
Tom açıkçası hâlâ çok zayıf.
- Tom is obviously still very weak.
Açık kahveyi tercih ederim.
- I prefer weak coffee.
İnsan zaafına müsamaha göstermek zorundasın.
- You have to allow for human weakness.