Görmek, hissetmek, düşünmek, sevmek, nefret etmek; bütün bunlar algılamaktan başka bir şey değildir.
- To hate, to love, to think, to feel, to see; all this is nothing but to perceive.
Kimse benim ülkemden nefret etmek istemez.
- Nobody wants to hate my country.
Jack Dorsey benden nefret ediyor.
- Jack Dorsey hates me.
Bazıları tartışmaktan nefret ederler.
- Some people hate to argue.
Kıskançlık, Amerikan yaşamının ana gerçeğidir.
- Envy is the central fact of American life.
Kıskançlık yedi ölümcül günahtan biridir.
- Envy is one of the seven deadly sins.
Fred benden nefret ettiğini söyleyecek kadar uzağa gitti.
- Fred went so far as to say that he had hated me.
O, kocasından nefret etti.
- She hated her husband.
Haset etmek günahtır.
- To feel envy is a sin.
Kıskançlık imrenme ile aynı değildir. İkisini karıştırmayın. Bir fark var.
- Jealousy is not the same as envy. Do not confuse the two. There is a difference.
Bir yandan da ona imreniyorum; tam olarak ne istediğini biliyor ve onu elde etmekten çekinmiyor.
- In some ways, I envy him; he knows exactly what he wants and he's not afraid to take it.
Senin başarın beni kıskandırıyor.
- Your success excites my envy.
O, arkadaşlarını kıskanıyordu.
- He was the envy of his friends.
Kıskanç ölür ama kıskançlık asla ölmez.
- The envious die, but envy never does.
Komşu kadın neredeyse kıskançlıktan öldü.
- The neighbor woman nearly died of envy.
He gave me a look filled with pure hate.
... I HATE MY LIFE! ...
... I don't hate Jews. ...