Tom Mary'nin kalbini kırmak istemiyordu.
- Tom didn't want to break Mary's heart.
Peter vazoyu kırmak niyetinde değildi.
- Peter didn't intend to break the vase.
Çok yorgun olduğum için öğle yemeği molası sırasında biraz uyudum.
- I slept a little during lunch break because I was so tired.
İşin yarısını yaptım ve şimdi bir mola verebilirim.
- I've done half the work, and now I can take a break.
Savaş çıksa ne yaparsın?
- What would you do if war were to break out?
O, kahvaltıdan önce bir yürüyüşe çıktı.
- He took a walk before breakfast.
Bizim sosyal engelleri yıkmak için çok çalışmamız gerekmektedir.
- We must work hard to break down social barriers.
Bambu eğildi ama kırılmadı.
- The bamboo gave but did not break.
Herkesin bir kırılma noktası var.
- Everybody has a breaking point.
Benim evimde partiler vermek istiyorsanız, daha sonra her şeyi temizleyin ve bir şey kırmayın, ya da zarar için ödeme yapın.
- If you want to have parties in my house, clean up everything afterwards, and don't break anything, or else pay for the damage.
O, oğlunun sigara içme alışkanlığı kırmaya çalıştı.
- He tried to break his son's habit of smoking.
Bir kazma sert zemin yüzeyleri parçalamak için kullanılan uzun saplı bir araçtır.
- A pick is a long handled tool used for breaking up hard ground surfaces.
I couldn't hear a thing he was saying, so I broke the connection and called him back.