Bahçedeki tüm çiçekler sarı.
- All the flowers in the garden are yellow.
Ben uyandığımda, diğer tüm yolcular inmişti.
- When I woke up, all other passengers had gotten off.
Bahçedeki bütün çiçekler sarı.
- All the flowers in the garden are yellow.
Eğer yarın yağmur yağarsa, bütün gün evde kalacağım.
- If it rains tomorrow, I will stay at home all day.
Parlayan her şey altın değildir.
- All that glitters is not gold.
Bill her zaman dürüsttür.
- Bill is honest all the time.
Kılıç çekenlerin hepsi kılıçla ölecek.
- All those who take up the sword shall perish by the sword.
Hepsi bununla tamamlandı.
- All is completed with this.
Bir insan her şeyden önce görünümü ile değerlendirilecektir.
- One will be judged by one's appearance first of all.
Yapmanız gereken her şey bu evrakı imzalamaktır.
- All you have to do is sign this paper.
Kanun herkes için aynıdır.
- The law is equal for all.
O tartışma bir zamanlar karara bağlandı ve herkes için.
- That dispute has been settled once and for all.
Özellikle Amerika'yı ziyaret etmek istiyorum.
- I'd like to visit America most of all.
Bana bir kez daha tüm güvenlik özelliklerini açıklayabilir misin?
- Could you explain all the safety features to me once again?
Bunu yapmak zorundasın, tıpkı hepimizin yaptığı gibi.
- You have to do it, just like we all do.
Bu giysinin içinde tıpkı bir sporcu gibi görünüyorum fakat gerçek şu ki hiç spor yapmam.
- I look for all the world like an athlete in this outfit, but the truth is I don't do any sports at all.
Hepinizle tekrar görüşmeyi ümit ediyorum.
- I hope to meet you all again.
Bir bütün olarak tanımadan bir hatayı tekrarlamak hepsinin içinde en büyük hatadır.
- Repeating a mistake without recognizing it as one, is the biggest mistake of all.
Haber tamamen Rusya'nın çöküşü hakkında idi.
- The news was all about the collapse of the Soviet Union.
Bütün gün boyunca çiftlikte çalıştığı için, o tamamen yorgundu.
- Having worked on the farm all day long, he was completely tired out.
Ben dünyadaki tüm kuşların efendisiyim ve sadece düdüğüme üflemek zorundayım ve her biri bana gelecektir.
- I am master of all the birds in the world, and have only to blow my whistle and every one will come to me.
Her biri için bir dizüstü bilgisayar yerine bütün konularım için üç halkalı klasör kullanırım.
- I use a three-ring binder for all my subjects instead of a notebook for each one.
O tümüyle siyah giyindi.
- She was dressed all in black.
O, tümüyle cümlelerle ilgilidir. Sözcüklerle değil.
- It's all about sentences. Not words.
O özbeöz Amerikalı bir adamla evlenmek istedi.
- She wanted to marry an all-American man.
Üzgünüm, mantıların tümü bitti.
- I'm sorry, we're all out of manti.
Futbol takımımız kasabadaki diğer takımların tümünü yendi.
- Our soccer team beat all the other teams in the town.
Tom büsbütün o kadar kötü olamaz.
- Tom can't be all that bad.
Futbol takımımız kasabadaki diğer takımların tümünü yendi.
- Our soccer team beat all the other teams in the town.
Diğer tüm diller Uygurca'dan daha kolaydır.
- All the other languages are easier than Uighur.
Sami, Leyla'nın bütün sorularını saf saf yanıtladı.
- Sami naively answered all of Layla's questions.
Kuşun tüyleri tamamen saf altındı.
- The bird's feathers were all of pure gold.
Sen bir dört yaşında çocuğu bütünüyle yalnız nasıl bırakabildin?
- How could you leave a four-year-old child all alone?
Zevk bütünüyle benim.
- The pleasure's all mine.
Tom hayatı boyunca fakir kaldı.
- Tom remained poor all his life.
Tom bütün hayatı boyunca Boston'da yaşadı.
- Tom has lived in Boston all his life.
O hepimizin en ağırıdır.
- He is the heaviest of us all.
Hepimiz için yeterli yiyecek vardı.
- There was food enough for us all.
O, tümüyle cümlelerle ilgilidir. Sözcüklerle değil.
- It's all about sentences. Not words.
Topladığımız tüm cümleleri Creative Commons Attribution lisansı altında serbest bırakıyoruz.
- We're releasing all the sentences we collect under the Creative Commons Attribution license.
You’ve got it all wrong.
The score was 30 all when the rain delay started.
All my friends like classical music.
Don't want to go? All the better since I lost the tickets.
Some gave all they had.
He lost everything he owned.
- He lost all his belongings.
Is everything all right?
- Everything all right?
She gave her all, and collapsed at the finish line.
she therefore ordered Jenny to pack up her alls and begone, for that she was determined she should not sleep that night within her walls.
I was in Boston for almost the whole summer.
- I was in Boston almost all summer.
He ate the whole apple.
- He ate all of the apple.
Everyone who knew him admired him.
- All who knew him admired him.
Everyone in his family is tall.
- His family members are all tall.
Tom disregarded Mary's advice completely.
- Tom ignored all of Mary's warnings.
We didn't see any children at all.
- We did not see any children at all.
That doesn't make any sense.
- That makes no sense at all.
... So with that, I'd like to think the geo team and all the ...
... jobs. And ' and I ' look, I'm all in favor of green energy. Ninety billion (dollars) ...