Dört kere beş 20'dir.
- Four times five is 20.
O, bir kerede üç basamak atladı.
- He jumped up the steps three at a time.
Yarın bu vakitte onunla akşam yemeği yiyor olacak.
- He will be having dinner with her at this time tomorrow.
O, yarın bu vakitte Londra'da olacak.
- He will be in London at this time tomorrow.
Bu defa hatalı olan benim gibi görünüyor.
- This time, it looks like it is me who is wrong.
İlk defa mı tadına bakıyorsun?
- Is this the first time you have tasted it?
Zamanın ölçüsü nedir?
- What are the measures of time?
Bazıları yalnızca zaman geçsin diye kitap okurlar.
- Some read books just to pass time.
Eğer bir süre evden uzak olursam, posta servisini bırakacağım.
- If I'm away from home for a period of time, I will stop mail delivery.
Oda uzun süredir boş.
- The room has been empty for a long time.
Öğretmen çocukları, yaramazlık ettiklerinde ya da çarpım tablolarını ezbere okuyamadıklarında döverdi.
- The teacher caned the children if they misbehaved or were unable to recite their times tables.
Tom üç kez yıldırım tarafından çarpıldı.
- Tom has been struck by lightning three times.
Şimdi iyi geceler demenin zamanıdır.
- Now it's time to say good night.
Sanırım hoşça kal dememin zamanıdır.
- I think it's time for me to say goodbye.
Bu ilaçlardan günde üç kez alınmalı.
- These medicines should be taken three times a day.
Otobüs her gün kaç kez çalışır?
- How many times does the bus run each day?
Eski çağlarda tuz az bulunan ve maliyetli bir metaydı.
- Salt was a rare and costly commodity in ancient times.
Uzun süredir ondan ilk kez bir çağrı aldım.
- I had a call from her for the first time in a long time.
Devir kötü. Güçlü olmaya çalış!
- Times are tough. Try to be strong!
Bir müddet yürüyerek göle geldik.
- Having walked for some time, we came to the lake.
Zamana ayak uydurmak için kitaplar ve dergiler okurum.
- I read books and magazines to keep up with the times.
Zamana ayak uydurmak kolay değil.
- It's not easy to keep up with the times.
Duydum ki İngiliz insanlarla arkadaşlık kurmak zaman alıyor.
- I hear it takes time to make friends with the English people.
Bu fabrikayı kurmak, uzun bir zamana ve bir sürü paraya mal oldu.
- It took a long time and a lot of money to build this factory.
Ben uygun zamanda bunu ona anlatacağım.
- I will tell it to him at the proper time.
O hisse senedini almak için en uygun zamanın ne zaman olduğunu bulmamız gerekiyor.
- We have to figure out when the best time to buy that stock is.
Bir dahaki sefere bunun bedelini ödersin!
- Next time you'll pay for it!
Onlar her iki seferde de başarısız oldu.
- They failed both times.
Sonunda bu son üç hafta boyunca almış olduğum postaları yanıtlamak için zamanım var.
- I finally have time to reply to the mail that I have received these past three weeks.
Postacı ne zaman gelir?
- What time does the mailman come?
Tom nihayet öğle yemeği sırasında buraya geldi.
- Tom finally got here around lunch time.
Nihayet bu üç hafta içinde aldığım postayı yanıtlamak için zamanım var.
- Finally I have time to reply to the mail I received these three weeks.
Ben bir kez daha hava yoluyla gidersem uçakta beş kez uçmuş olurum.
- If I go by air one more time, I'll have flown in an airplane five times.
Biz ne zaman yola çıkarız?
- What time do we leave?
Gelecek sefere oyunu kazanacağım.
- I will win the game next time.
Bir dahaki sefere bunun bedelini ödersin!
- Next time you'll pay for it!
Bir yenilik zamanla yok olur.
- A novelty wears off in time.
Zorluk zamanlarında bize yardımcı olur.
- It helps us in times of difficulty.
Fahrenheit, termometreyi bulan Alman bir mucittir. Aynı zamanda onun ismi bir sıcaklık birimine verilmiştir.
- Fahrenheit is a German inventor who invented the thermometer. At the same time, his name is given to a unit of temperature.
Hepiniz aynı zamanda konuşmayın.
- Don't all speak at the same time.
Yalnızca birkaç kişi vaktinde geldi.
- Only a few people showed up on time.
Eğer şimdi başlarsan vaktinde varman gerekir.
- You ought to be on time if you start now.
Anlamıyorum. Niye hep onunla takılıyorsun?
- I don't understand. Why do you hang out with her all the time?
Tom ve ben hep kavga ederiz.
- Tom and I fight all the time.
Bu sefer Bob muhtemelen kazanacak.
- This time Bob is likely to win.
Tom bu sefer doları yene çevirmemenin daha iyi olacağını düşünüyor.
- Tom thinks it would be better not to change dollars into yen at this time.
Zaman kazanmak için uçağa bindik.
- To gain time we took the plane.
Dört kere beş 20'dir.
- Four times five is 20.
Beş kere beş yirmi beştir.
- Five times five is twenty-five.
Tom bu defa tekrar bize yardım etmeye istekli.
- Tom is willing to help us again this time.
Bu defa gitmesine izin vereceğim.
- I'll let it go this time.
Tom'un menüye bakmasına gerek yoktu çünkü daha önce o restoranda defalarca bulunmuştu.
- Tom didn't need to look at the menu because he'd been to that restaurant many times before.
Tom defalarca Boston'da bulundu.
- Tom has been to Boston a number of times.
Bu kez cezadan kaçamazsın.
- This time, you won't escape punishment.
Bu kez farklı olacak.
- This time's going to be different.
Şebeke gösterinizi başka bir zaman aralığına taşıyor.
- The network is moving your show to another time slot.
Ne alışveriş etmek ne de anneme hoşça kal demek için zamanım vardı.
- I had neither the time to go shopping, nor to say goodbye to my mother.
Görevi tamamlamak için daha fazla zamana ihtiyacı vardı.
- He needed more time to complete the task.
Tekrar tekrar aynı hataları yapıyorsun.
- You continue making the same mistakes time after time.
Yeri tekrar tekrar ziyaret ettim.
- I have visited the place time after time.
Bu subatanlar saatli bombadırlar.
- These sinkholes are time bombs.
Havaalanında bir saatli bomba patladı ve 13 kişi öldü.
- A time bomb went off at the airport and killed 13 people.
Eğer konsantre olursanız, daha kısa zaman aralığında bitirebileceksiniz.
- If you concentrate, you'll be able to finish within a shorter time interval.
Zaman sınırı var mıydı?
- Was there a time limit?
Bu testin bir zaman sınırı yok.
- This test doesn't have a time limit.
Merkezin hedefi, diğer ülkelerden gelen gençleri belli bir zaman aralığında eğitmek olmalıdır.
- The goal of the center should be to train young people from other countries within a specific time period.
ABD'de Pasifik Zaman Dilimi'nde yaşıyorum.
- I live in the Pacific time zone in the USA.
Benim zaman dilimimde burada sabah.
- It's morning here in my time zone.
Ben zaman zaman kütüphaneye giderim.
- I go to the library from time to time.
Zaman zaman çocuklara bakmalısın.
- You should look after the children from time to time.
O otobüs günde kaç kez çalışır?
- How many times a day does that bus run?
Bu ilaçlardan günde üç kez alınmalı.
- These medicines should be taken three times a day.
Bu film gerçekten ebedi bir başyapıt.
- This movie is indeed a timeless masterpiece.
İnternet hakkında sevdiğim tek şey onun ebediyetidir.
- One thing I love about the internet is its timelessness.
Zamanlamanız mükemmel.
- Your timing is perfect.
Zamanlama çok önemli olacak.
- The timing will be crucial.
Ben zaman zaman onunla karşılaşırım.
- I meet him from time to time.
Ben zaman zaman kütüphaneye giderim.
- I go to the library from time to time.
Bir stratejiyi özenle hazırlamak için ara verelim.
- Let's take time out to elaborate a strategy.
Seni gerçekten ilginç bulduğum zamanlar var.
- There are times when I find you really interesting.
Zamanın gerisinde kalmayayım diye her gün gazete okumayı bir alışkanlık haline getirdim.
- I make it a rule to read the newspaper every day lest I should fall behind the times.
Ara sıra oğlum beni ziyarete geliyordu.
- My son came to see me from time to time.
Amcam ara sıra beni görmeye gelir.
- My uncle comes to see me from time to time.
Zaman ayarlı bomba gürültüyle patladı.
- The time bomb exploded with a loud noise.
time course of growth.
A computer keeps time using a clock battery.
We had a wonderful time at the party.
In my time, we respected our elders.
These times were erroneously converted between zones.
That is four times as heavy as this.
Let's synchronize our watches so we're not on different time.
Okay, but this is the last time. No more after that!.
O the times, O the customs! (Cicero).
The bomb was timed to explode at 9:20 p.m.
The algorithm runs in O(n^2) time.
the ebb and flow of time.
It's time we were going.
The two of us can never find time to see each other any more.
He is not living at home because he is doing time.
Time after time he tries, and time after time, he fails.
The remodelling of the second floor will be fixed-price, but the repair work has to be on a time and material basis.
Classical computers cannot sort a list of size n in less than O(n\,\log\, n) time.
y(t) \ = \ y_o e^{-t / \tau} \ .
I want to call Nick – what's the time difference between here and Hong Kong?.
Time flies when you're having fun.
His words and manner carried the crisp terseness of the busy man whose time is money.
Using a time machine caused Gene serious confusion. -.
I've got some time off next week, so maybe we could meet up then?.
They were Episcopalians, and for time out of mind had rented a half-pew in the church of their denomination on California Street.
By the Steep Place of the Strangers and the Gap of the Wind.
I tell you that Cashel never was beaten, although times out of mind it would have paid him better to lose than to win.
The defendant was not innocent, but he was let go with time served.
This may not be a good idea, but time will tell.
We're being beaten! We need a time-out!.
Hitting people is not acceptable! Go to your room and take a time-out!.
This time-saving device will do in minutes what once took hours to do.
... In the certainty mode, you tell your TPM which signing keys you trust. The first time you ...
... We're going to run out of time. ...