Çeşitli şeyler hakkında konuştuk.
- We talked about various things.
Diğerleri hakkında kötü şeyler söyleme.
- Don't say bad things about others.
Bunlar senin eşyaların mı?
- Are these your things?
Lütfen eşyalarımı oldukları gibi bırakın.
- Please leave my things as they are.
Tom ebeveynlerinden bir şeyler saklayan kişi türü değildir.
- Tom isn't the kind of person who hides things from his parents.
Bütün bu şeyi planlayan kişi sen miydin?
- Were you the one who planned this whole thing?
Tüm canlılar bir gün ölür.
- All living things die some day.
Tüm canlılar varlığın tek zincirine bağlıdırlar.
- All living things are connected in one chain of being.
Biz zengin ya da fakir olup olmadığımıza göre, olayları farklı görürüz.
- We see things differently, according to whether we are rich or poor.
Tom'un çoğunlukla olayları hatırlama sorunu var.
- Tom often has trouble remembering things.
İnsanlar sevilmek, nesneler ise kullanılmak için yaratılmıştı. Dünya kaos içinde, çünkü her şey karşıt.
- People were created to be loved, things were created to be used. The world is in chaos, because everything is opposite.
Tom'un yolculuğu sırasında yanına alacağı şeylerin listesinde ilk nesne cep telefonu şarjıydı.
- The first item on Tom's list of things to take with him on his trip is his mobile phone recharger.
Çocukların çok şeye ihtiyacı var, ancak her şeyden önce sevgiye ihtiyaçları var.
- Children need many things, but above all they need love.
İnsanlar ihtiyaç duymadıkları şeyleri satın alırlar.
- People buy things they don't need.
Çeşitli şeyler hakkında konuştuk.
- We talked about various things.
Konuları sallantıda bırakmayı sevmiyorum.
- I don't like to leave things up in the air.
Bu tür şeylerin neden olduğunu kimse bilmiyor.
- Nobody knows why this kind of thing happens.
Kimse bir defada iki şeyi yapamaz.
- Nobody can do two things at once.
Büyük annem giysiler örmeyi seviyor.
- My grandmother likes to weave things.
O tür şeyi ne tip insan yapardı?
- What sort of person would do that kind of thing?
Bir Japon insanı böyle bir şeyi asla yapmazdı.
- A Japanese person would never do such a thing.
I actually like them; the thing is, I can't stand their neighbours, that's why I don't visit them.
Aslında onları seviyorum, olay şu: Komşularından hiç hazetmiyorum, bu yüzden onları ziyaret etmiyorum.
Tom'a söylemen gereken her şeyi düşün.
- Think of all the things you should tell Tom.
Yapılması gereken her şeyi yapmak için zamanım yok.
- I don't have time to do all the things that need to be done.
Lütfen eşyalarımı oldukları gibi bırakın.
- Please leave my things as they are.
Dolapta Tom'un eşyalarının bulunduğu bir kutu buldum.
- I found a box of Tom's things in the closet.
Umarım sizin için işler yolunda gidiyordur.
- I hope things have been going well for you.
İşler planlandığı gibi gitmedi.
- Things did not go as intended.
Büyük annem giysiler örmeyi seviyor.
- My grandmother likes to weave things.
Olayları gerçekten oldukları gibi görmeye çalış.
- Try to see things as they really are.
Tom olaylar hakkında biraz daha olumlu olmayı öğrense, büyük olasılıkla insanlar ondan biraz daha hoşlanır.
- If Tom would learn to be a little more positive about things, people would probably like him a bit more.
Sabah derhal orada olacağım.
- I'll be there the first thing in the morning.
Yarın sabah derhal ayrılmalıyım.
- I have to leave first thing tomorrow morning.
Evvela hiç param yok ve ikinci olarak hiç boş vaktim yok.
- For one thing, I've no money, and for another, I've no leisure.
Eğer su olmasa canlılar yaşayamaz.
- If it were not for water, no living things could live.
Tüm canlılar varlığın tek zincirine bağlıdırlar.
- All living things are connected in one chain of being.
Ortalık vahşileşmek üzere.
- Things are about to get wild.
O, koşulları çok açık bir biçimde açıklar.
- He explains things in a very clear way.
Burada Boston'da koşullar farklıdır.
- Here in Boston, things are different.
İlişkiler çirkinleşiyor.
- Things are getting ugly.
İlişkiler daha kötü oluyorlar.
- Things are getting worse.
Tom gittikten sonra buralarda gidişat aynı olmayacak.
- Things won't be the same around here after Tom leaves.
Gidişat çok hızlı değişir.
- Things change too quickly.
Bizim ortak çok şeyimiz var: hobiler, öğretim durumu, ve benzeri.
- We have many things in common: hobbies, educational background, and so on.
Ortak çok şeyimiz var: örneğin hobilerimiz, eğitim durumu.
- We have many things in common: hobbies, educational backgrounds, for instance.
Umarım vaziyet çok değişmez.
- I hope things don't change too much.
Dolapta Tom'un eşyalarının bulunduğu bir kutu buldum.
- I found a box of Tom's things in the closet.
Tom'un eşyaları kara borsadan aldığını işittim.
- I've heard that Tom buys things on the black market.
Yaşlı insanlar sık sık yeni şeyleri denemekten korkarlar.
- Older people are often afraid of trying new things.
Çeşitli şeyler hakkında konuştuk.
- We talked about various things.
Before Thorstein left home, he and Asgerd decided to take Arinbjorn's gift, the silk cloak, out of Egil's chest, and Thorstein wore it to the Thing.
you poor thing.
The thing is, I don't have any money.
Get me a thing of apple juice at the store.
The car looks cheap, but the thing is, I have doubts about its safety.
I need a present for my friend, and I think this is just the thing.
I'd like to come, but the thing is, I just can't afford it.
But the thing of it is , everybody was rooting for the other individual and I was the only one rooting for him.
"I get to travel with my job but the downside is I have to give talks." "Well, there's no such thing as a free lunch.".
The thing is, my car is being repaired, so how can I get groceries for the weekend?.
He's a good mechanic, and surely knows a thing or two about car engines.
Me winning the lotto? Chance'd be a fine thing.
Michelle's mouth was open wide. I could see the dangly thing hanging in the back.
I would help you, but I don't know the first thing about gardening.
I'll meet you first thing at the station.
Inventors all come in claiming their creation is the greatest thing since sliced bread, but most patents never make money.
Thanks a lot for your help. / Sure thing!.
Can you finish by tomorrow? / Sure thing!.
I just know he's off spending the night with some sweet young thing he picked up in a bar.
Ole Golly just had indoor things and outdoor things.... She just had yards and yards of tweed which enveloped her like a lot of discarded blankets, which ballooned out when she walked, and which she referred to as her Things. —Louise Fitzhugh, Harriet the Spy (1964).
Household chemicals are about as personal as modern science gets. We are surrounded by hundreds of them every day — they're in our furnishings, our cosmetics, our vinyl floor tiles and plastic baby bottles. . . . Are they too much of a good thing?.
... And I think that's a very predictable thing. ...
... And throughout history, being at that hub has meant one thing. ...