Bununla yüzleşmek zorunda kalacaksın.
- You will have to face it.
Gerçeklerle yüzleşmek her zaman kolay değildir.
- It is not always easy to face reality.
Kız bayıldı, fakat biz onun yüzüne su döktüğümüzde o kendine geldi.
- The girl fainted, but she came to when we threw water on her face.
Yüzlerinizi görmek istemiyorum.
- I don't want to see your faces.
Çocuk muhtemelen ebeveynlerini neşelendirmek için yalan söyledi.
- The boy told a lie, probably to cheer up his parents.
Sizi neşelendirmek için uğraşıyorum.
- I'm trying to cheer you up.
Bir dinozorla yüz yüze gelmek eğlenceli bir deneyimdi.
- Coming face to face with a dinosaur was a funny experience.
Tom onunla tek başına yüz yüze gelmek zorunda değil.
- Tom doesn't have to face it alone.
Madeni paranın önündeki sözleri anlamıyorum.
- I don't understand the words on the face of the coin.
Yaşlılık nedir? Önce isimleri unutursun, sonra yüzleri unutursun, sonra fermuarını çekmeyi unutursun, sonra onu indirmeyi unutursun.
- What is old age? First you forget names, then you forget faces, then you forget to pull your zipper up, then you forget to pull it down.
Neşelen! Yakında her şey iyi olacak.
- Cheer up! Everything will soon be all right.
Neşelen! Bizi kurtaracaklarından eminim.
- Cheer up! I'm sure we'll be saved.
Evim işlek bir caddeye bakmaktadır.
- My house faces a busy street.
Onların hepsi Tom'a bakmak için döndü.
- They all turned to face Tom.
Dış görünüşe bakılırsa, hiçbir şey daha makul olamazdı.
- On the face of it, nothing could be more reasonable.
Kadınların yüzü giysilerini çıkardıklarında çoğunlukla daha güzeldir, zira onlar o zaman dış görünüşleri hakkında düşünmekten vazgeçerler.
- Women's faces are often more beautiful when they take their clothes off, for they then stop thinking about their external appearance.
Altı Facebook hesabımdan biri, Facebook tarafından askıya alındı.
- One of my six Facebook accounts was suspended.
Tom sık sık facebook'ta motivasyon alıntılar postalar.
- Tom often posts motivational quotes on Facebook.
Yüzlerinizi görmek istemiyorum.
- I don't want to see your faces.
Tom'un yüzünü görmek istemedim.
- I didn't want to see Tom's face.
Onun yüzü acıdan şekil değiştirmişti.
- His face is distorted by pain.
Mary yatağına uzandı, yüzü yastığına gömülü şekilde ağladı.
- Mary laid on her bed, crying with her face buried into her pillow.
Suratına bir yumruk attı.
- He punched her in the face.
Bu iş sırasında, sert surat yaparsan, müşteriler gelmez.
- In this line of work, if you make a grim face the customers won't come.
Tom'un yüzünde bıkkın, ilgisiz bir görünüş vardı.
- Tom had a bored, disinterested look on his face.
Dış görünüşe bakılırsa, hiçbir şey daha makul olamazdı.
- On the face of it, nothing could be more reasonable.
Uzaktan bakıldığında, kaya, bir insan yüzü gibi görünüyordu.
- Seen at a distance, the rock looked like a human face.
Facebook'taki arkadaşlarının resimlerine bakmak vakit kaybıdır.
- Looking at your Facebook friends' photos is a waste of time.
Yüzünü ellerinin arasına sakladı.
- She buried her face in her hands.
Onun yüzünü loş bir ışıkta gördüm.
- I saw his face in the dim light.
Haberi aldığı için beti benzi attı.
- His face turned pale to hear the news.
Şapkamı giymeyi unuttum ve yüzüm kötü biçimde güneşten yandı.
- I forgot to wear my hat and my face got badly sunburned.
Tom'un yüzü kötü bir biçimde çürük.
- Tom's face is badly bruised.
Ben devasa sorunlarla yüz yüzeyim.
- I am faced with a mountain of problems.
Biz ve sovyetler nükleer yıkımın alışılmış tehditiyle yüz yüzeyiz ve hem kapitalizmin hem komunizmin nükleer bir savaşla mücadele etmesi olasılık dışı.
- Both we and the Soviets face the common threat of nuclear destruction and there is no likelihood that either capitalism or communism will survive a nuclear war.
Annemin yüzünü hâlâ görebiliyorum.
- I can still see my mother's face.
Yarım milyon çocuk Nijer'de hâlâ yetersiz beslenme ile karşı karşıyadır.
- Half a million children still face malnutrition in Niger.
İtibarımı kaybetmek istemiyorum.
- I don't want to lose face.
İtibarını kaybetmek aşağılanmak anlamına gelir.
- To lose face means to be humiliated.
on the morne they departed, with wepyng chere, and than every knyght toke the way that hym lyked beste.
thy one eye and thy lameness and thy ill-omened phiz.
Face the sun.
The face of the cliff loomed above them.
She has a pretty face.
Why the sad face?.
The fans cheered on the face as he made his comeback.
Turn the chair so it faces the table.
The bunkers faced north and east, toward Germany.
They turned to boat into the face of the storm.
I'm going to have to face this sooner or later.
He managed to show a bold face despite his embarrassment.
I'll be out in a sec, just let me put on my face.
... totally opposite reasons, they both believed that the people at the coal-face should have ...
... deconcini or on the face of earth ...