He wrote it hurriedly.
- O bunu telaşla yazdı.
Tom was a fussy baby.
- Tom telaşlı bir bebekti.
Tom's fussy, isn't he?
- Tom telaşlı, değil mi?
Tom was in no particular hurry to get back home.
- Tom'un, eve dönmek için özel bir telaşı yoktu.
John was in such a hurry that he had no time for talking.
- John o kadar telaşlıydı ki konuşmaya vakti yoktu.
Tom usually eats in a rush.
- Tom genellikle telaş içerisinde yemek yer.
She got all flustered when the boy she likes came over to talk to her.
- Sevdiği genç onunla konuşmak için geldiğinde, o telaşlandı.
Tom seemed flustered.
- Tom telaşlı görünüyordu.
Panicking won't help.
- Telaş etmenin bir faydası olmayacak.
The noise alarmed the whole town.
- Gürültü tüm kasabayı telaşlandırdı.
I didn't intend to alarm you.
- Ben seni telaşa düşürmeye niyetlenmedim.
Tom's fussy, isn't he?
- Tom telaşlı, değil mi?
Tom was a fussy baby.
- Tom telaşlı bir bebekti.