Tom doesn't want to argue with you.
- Tom sizinle tartışmak istemiyor.
You'd better not argue with Tom.
- Tom'la tartışmasan iyi olur.
I quarrelled with my older brother yesterday.
- Dün ağabeyim ile tartıştım.
The couple was quarrelling and Chris knocked Beth down.
- Çift tartışıyordu ve Chris Beth'e vurup yere devirdi.
I beat him completely in the debate.
- Tartışmada onu tamamen yendim.
It wasn't much of a debate.
- Büyük bir tartışma değildi.
Some people hate to argue.
- Bazı insanlar tartışmaktan nefret ederler.
Don't argue when you are angry and don't eat when you are full.
- Öfkeli isen tartışma ve tok isen yemek yeme.
Only after a long dispute did they come to a conclusion.
- Ancak uzun bir tartışmadan sonra bir sonuca vardılar.
We disputed the victory to the end.
- Zaferi sonuna kadar tartıştık.
Tom has something to discuss with all of us.
- Tom'un hepimizle tartışacak bir şeyi var.
I know it's kind of late, but would you mind if I came over now? I have something I need to discuss with you.
- Biraz geç olduğunu biliyorum ama şimdi uğramamın bir sakıncası var mı? Seninle tartışmam gereken bir şeyim var.
Parliamentary immunity is a controvertial issue.
- Parlamenter dokunulmazlık tartışmalı bir konudur.
I took part in the discussion.
- Ben tartışmaya katıldım.
Instead, I will turn to a discussion of the two economic variables I defined a moment ago.
- Onun yerine az önce tanımladığım iki ekonomik değişkenin tartışmasına döneceğim.
My comment sparked off an argument in the group.
- Benim yorumum grupta bir tartışmayı ateşledi.
Conchita Wurst's selection for the Eurovision Song Contest 2014 sparked controversy in Austria.
- 2014 Eurovision Şarkı Yarışması için Conchita Wurst'un seçilmesi Avusturya'da tartışmalara yol açtı.
They are always quarrelling in public.
- Onlar her zaman toplum önünde tartışıyorlar.
Quarrelling spoiled our unity.
- Tartışma birliğimizi bozdu.
Tom and Mary bicker all day long.
- Tom ve Mary bütün gün tartışırlar.