She got full marks by memorizing the whole lesson.
- O, bütün dersi ezberleyerek tam not aldı.
It took a whole day to paint the picture.
- Resmi yapmak tam bir gün sürdü.
He was completely absorbed in his work.
- Tamamen işine dalmıştı.
Her words were completely meaningless.
- Onun sözleri tamamen anlamsızdı.
You can search words, and get translations. But it's not exactly a typical dictionary.
- Sözcükleri arayabilir ve çevirileri alabilirsiniz. Ama o, tam olarak tipik bir sözlük değildir.
The plane arrived exactly at nine.
- Uçak tam olarak dokuzda vardı.
The cherry trees are in full blossom.
- Kiraz ağaçları tamamen çiçeklenmişler.
He fully realizes that he was the cause of the accident.
- Kazanın sebebi olduğunun tamamen farkındadır.
The facts weren't properly understood.
- Gerçekler tam olarak anlaşılmadı.
The property was almost completely overgrown with wild blackberry bushes.
- Arazi neredeyse tamamen yabani böğürtlen çalılarla kaplanmıştı.
The store is just across from the theater.
- Dükkan tiyatronun tam karşısında.
When I use a word, Humpty Dumpty said, it means just what I choose it to mean - neither more nor less.
- Bir kelime kullandığımda,Humpty Dumpty ifade etmek için tam benim seçtiğimi o ifade ediyor-ne daha fazla ne daha az dedi.
I don't remember my grandmother's face accurately.
- Ben büyük annemin yüzünü tam olarak hatırlamıyorum.
This seems entirely accurate.
- Bu tamamen doğru gibi görünüyor.
I can understand your position perfectly.
- Pozisyonunuzu tamamen anlayabiliyorum.
Tom can understand perfectly well.
- Tom tamamen iyi bir şekilde anlayabiliyor.
Prime numbers are like life; they are completely logical, but impossible to find the rules for, even if you spend all your time thinking about it.
- Asal sayılar hayata benzerler, onlar tamamıyla mantıklıdır ama bütün zamanınızı bu konuyu düşünerek harcasanız dahi belirli bir kural bulmak imkansızdır.
Prime numbers are like life; they are completely logical, but impossible to find the rules for, even if you spend all your time thinking about it.
- Asal sayılar hayata benzer, onlar tamamen mantıksaldır fakat, eğer tüm zamanınızı onun hakkında düşünmek için harcarsanız kurallarının bulunması imkânsızdır.
I was right there with Tom at the time.
- Ben o zaman Tom'la birlikte tam oradaydım.
I was fully alive to the danger.
- Ben tamamen tehlikenin farkındaydım.
My house is fully insured.
- Evim tam sigortalıdır.
Your ideas are all out of date.
- Sizin fikirleriniz tamamen çağ dışıdır.
This is the very video I have been looking for.
- Bu tam aradığım video.
This is the very place that I have long wanted to visit.
- Burası tam uzun süredir ziyaret etmek istediğim yer.
This place is downright creepy.
- Bu yer tamamen tüyler ürpertici.
It sounds downright frightening.
- Bu tamamen korkutucu görünüyor.
Due to recent events, it is completely impossible for me to focus on my work.
- Son zamanlardaki olaylar sebebiyle, kendimi işime vermem tamamen imkansız.
I accepted the offer after due consideration.
- Tam olarak düşündükten sonra teklifi kabul ettim.
That's not entirely correct.
- Bu tam olarak doğru değil.
Since my watch was broken, I didn't know the correct time.
- Saatim bozuk olduğu için, saati tam bilmiyordum.
See how Lenny can swallow an entire hot dog without chewing or choking? That's why upper management loves him so much.
- Lenny'nin nasıl çiğnemeden veya boğulmadan tam bir sosisli sandvici yutabildiğine bak? Bu nedenle üst idare onu bu kadar fazla sever.
The accident was entirely avoidable.
- Kaza tamamen önlenebilirdi.
This is the very video I have been looking for.
- Bu tam aradığım video.
He was detected in the very act of stealing.
- O, tam çalma anında tespit edildi.
Be at the station at 11 o'clock sharp.
- Tam 11:00'de istasyonda olun.
The bus stopped sharply.
- Otobüs tam vaktinde durdu.
It's exactly what I wanted.
- O, tam olarak benim istediğimdir.
I couldn't say when exactly in my life it occurred to me that I would be a pilot someday.
- Bir gün pilot olma fikrinin hayatımda tam olarak ne zaman oluştuğunu söyleyemem.
Tom and Mary accomplished their mission without any difficulty.
- Tom ve Mary herhangi bir zorluk olmadan görevlerini tamamladı.
The first stage of the mission has been accomplished.
- Görevin ilk aşaması tamamlandı.
Tom sat alone, staring straight ahead.
- Tom tam karşıda bakarken tek başına oturuyordu.
She told the joke with a completely straight face.
- O, tamamen gülmeyen bir suratla fıkra anlattı.
Tom couldn't completely rule out the possibility that what Mary said was true.
- Tom, Mary'nin söylediğinin gerçek olduğu ihtimalini tamamen görmezden gelemedi.
The statement is not wholly true.
- İfade tamamen gerçek değil.
There was a dead silence.
- Tam bir sessizlik vardı.
The party was perfectly deadly.
- Parti tamamen sıkıcıydı.
Come here at precisely six o'clock.
- Tam altıda buraya gel.
He said he was already more than fifty years old, fifty five, to be precise.
- O çoktan elli yaşından daha fazla olduğunu, tam olarak elli beş olduğunu söyledi.
Death is an integral part of life.
- Ölüm hayatın tamamlayıcı bir parçasıdır.
What precisely are you doing?
- Tam olarak ne yapıyorsun?
Tom arrived precisely on time.
- Tom tam zamanında geldi.
Tom arrived at just the right moment.
- Tom tam doğru zamanda geldi.
It must bother you to have taken a bad master. I'm stupid too. So, it's all right.
- Kötü bir öğretmene sahip olmak sizi rahatsız ediyor olmalı. Ben de aptalım. Öyleyse, tamam.
I want to make this perfectly clear.
- Bunu tamamen açık yapmak istiyorum.
I still clearly remember. It was seven or eight years ago. Where exactly? Were you also there?
- Hâlâ apaçık hatırlıyorum. Yedi ya da sekiz yıl önceydi. Tam olarak nerede? Sen de orada mıydın?
This story may sound strange, but it's absolutely true.
- Bu hikaye kulağa acayip gelebilir ama tamamen gerçektir.
It's an absolute waste of time to wait any longer.
- Daha fazla beklemek tam bir zaman kaybıdır.
I took what she said literally.
- Onun söylediğini tam olarak anladım.
The detective questioned literally thousands of people about the incident.
- Dedektif olay hakkında binlerce insanı tam olarak sorguladı.
You guys are totally clueless.
- Siz acayip kılıklı herifler tamamen cahilsiniz.
It isn't totally exact.
- O tamamen kesin değildir.
Tom still hasn't quite learned the rules of the game.
- Tom hâlâ oyunun kurallarını tamamen öğrenmemişti.
The bear is quite tame and doesn't bite.
- Ayı tamamen uysal ve ısırmaz.
I checked Tom thoroughly.
- Tom'u tamamen kontrol ettim.
We were thoroughly satisfied with his work.
- Onun işinden tamamen tatmin olduk.
It wasn't quite that simple.
- O tam olarak o kadar basit değildi.
I took what she said literally.
- Onun söylediğini tam olarak anladım.
Does the city literally owe its existence to Mussolini?
- Şehir varlığını tam anlamıyla Mussolini'ye mi borçlu?
Tom had Mary's undivided attention.
- Tom Mary'nin tam ilgisine sahipti.
Your English is grammatically correct, but sometimes what you say just doesn't sound like what a native speaker would say.
- İngilizcen dil bilgisi bakımından doğru fakat bazen söylediğin tam olarak bir yerlinin söylediğine benzemiyor.
People tend to only compliment you on your language ability when it's apparent that you still don't quite sound like a native speaker.
- İnsanlar hâlâ tamamen bir yerli konuşucu gibi ses çıkarmadığın aşikar olduğunda sadece dil yeteneğiniz üzerine size iltifat etmek eğilimindedir.
Could you please fix this flat tire?
- Lütfen bu düz lastiği tamir eder misiniz?
Her girlfriend is completely flat-chested.
- Onun kız arkadaşı tamamen düz göğüslü.
It's exactly what I wanted.
- O, tam olarak benim istediğimdir.
What exactly are you doing?
- Tam olarak ne yapıyorsun?
I didn't quite catch the name of that designer.
- O tasarımcının adını tam olarak anlamadım.
We are not quite satisfied with the result.
- Sonuçtan tam olarak memnun değiliz.
He said he was already more than fifty years old, fifty five, to be precise.
- O çoktan elli yaşından daha fazla olduğunu, tam olarak elli beş olduğunu söyledi.
-I think police officers earn £32,000 and teachers earn £36,000 a year.
Well, I'd say the other way round. 32 for the teacher and 36 for the police officer. (Headway Intermediate).
America did not invent human rights. In a very real sense, it is the other way round. Human rights invented America.
- Amerika insan haklarını icat etmedi. Gerçek anlamda, tam tersidir. İnsan hakları Amerika'yı icat etti.
Our relationship is strictly professional.
- İlişkimiz tam anlamıyla profesyonel.
His speech was an unmitigated disaster.
- Onun konuşması tam anlamıyla bir felaketti.
I'm not completely sure.
- Tam olarak emin değilim.
I'm not completely prepared for this.
- Bunun için tam olarak hazır değilim.
He's not lazy. On the contrary, I think he's a hard worker.
- O tembel değildir, tam tersine sıkı çalışan biri olduğunu düşünüyorum.
I thought he was busy, but on the contrary he was idle.
- Onun meşgul olduğunu sanıyordum ama tam tersine boştaydı.
I'm totally and completely in love with you.
- Tamamen ve tam anlamıyla sana âşığım.
I accepted the offer after due consideration.
- Tam olarak düşündükten sonra teklifi kabul ettim.
In order to fully understand how a word is used, it needs to be used in many different contexts.
- Bir kelimenin nasıl kullanıldığını tam olarak anlamak için, onun birçok farklı içeriklerde kullanılması gerekir.
Tom is still not fully aware of what has happened.
- Tom hâlâ ne olduğunun tam olarak farkında değil.
I remember last night perfectly.
- Dün geceyi tam olarak hatırlıyorum.
This dress fits me perfectly.
- Bu elbise bana tam olarak uyuyor.
The detective questioned literally thousands of people about the incident.
- Dedektif olay hakkında binlerce insanı tam olarak sorguladı.
It takes literally a minute to make the sauce.
- Sos yapmak tam olarak bir dakika sürer.
Tom knew precisely how Mary felt.
- Tom Mary'nin nasıl hissettiğini tam olarak biliyordu.
What precisely are you doing?
- Tam olarak ne yapıyorsun?
Tom's oldest son looks just like him.
- Tom'un en büyük oğlu, tam anlamıyla kendisine benziyor.
I just adore your new hat.
- Yeni şapkana tam anlamıyla bayılıyorum.
He accurately described what happened there.
- Ne olduğunu tam olarak anlattı.
Tom claims he can accurately predict the future.
- Tom geleceği tam olarak tahmin edebildiğini iddia ediyor.
That wasn't exactly true.
- O tam olarak doğru değildi.
That's not exactly true.
- O tam olarak doğru değil.
We're not exactly open right now.
- Şu anda tam olarak açık değiliz.
Tom knew right where he was going.
- Tom nereye gittiğini tam olarak biliyordu.
You say one thing and then act just the opposite.
- Bir şey söylüyorsun ve sonra tam tersini yapıyorsun.
Tom told me just the opposite.
- Tom bana tam tersini söylemişti.