O benden daha kuvvetli.
- She's stronger than me.
Türkiye, Yunanistan'dan daha güçlüydü.
- Turkey was stronger than Greece.
O, her zamankinden daha güçlüdür.
- He is stronger than ever.
O benden daha kuvvetli.
- She's stronger than me.
Türkiye, Yunanistan'dan daha güçlüydü.
- Turkey was stronger than Greece.
Herkesin hem güçlü hem de zayıf noktaları vardır.
- Everyone has both strong and weak points.
Bütün gün boyunca kuvvetli bir rüzgar esti.
- A strong wind blew all day long.
Kuvvetli bir rüzgar vardı.
- There was a strong wind.
Sert bir rüzgar esiyordu.
- A strong wind was blowing.
Dün sert rüzgarların yanı sıra, yoğun yağmur yağdı.
- Not only were there strong winds yesterday, but also it rained heavily.
Mukavva, kağıttan daha mukavemetlidir.
- Cardboard is stronger than paper.
Bu çay çok demli. Biraz su ekle.
- The tea is too strong. Add some water.
Demli ve koyu kahvemi sevme tarzımdır.
- Dark and strong is how I like my coffee.
Onun el sıkışması çok güçlü.
- His handshake is too strong.
Onun el sıkışması çok güçlüdür.
- His handshake is very strong.
Yapı bu kadar ağırlığı taşıyacak kadar güçlü değil.
- The structure isn't strong enough to support that much weight.
Bu ağır metal kutuları taşımak için yeterince güçlüyüm.
- I'm strong enough to carry those heavy metal boxes.
Hokkaido'daki şiddetli deprem geniş çaplı hasara neden oldu.
- The strong earthquake in Hokkaido caused extensive damage.
Düşmana karşı şiddetli bir taarruza geçtiler.
- They began with a strong attack against the enemy.
Karton, kağıttan daha sağlamdır.
- Cardboard is stronger than paper.
Bu ipin yeterince sağlam olduğunu düşünüyor musun?
- Do you think this rope is strong enough?
O,İngilizceyi istikrarlı bir Alman aksanıyla konuşur.
- He speaks English with a strong German accent.
İhracaatlar güçlüyken, ithalatlar istikrarlı kalırken ülkenin ticaret dengesi geçen yıl gelişti.
- The nation's trade balance improved last year as exports were strong, while imports remained steady.
O, dürüst, güçlü ve kararlar vermek için istekliydi.
- He was honest, strong, and willing to make decisions.
O ürkek görünüyor, ama o aslında iradeli bir kişidir.
- She seems timid, but she's actually a strong-willed person.
Mary çok iradeli bir kadın.
- Mary is a very strong-willed woman.
Boğa boğa güreşçisinden daha güçlüdür ama o neredeyse her zaman kaybeder.
- The bull is stronger than the bullfighter, but he almost always loses.
Neden kahveyi koyu seviyorsun?
- Why do you like coffee strong?
Tom her zaman kahvesini koyu içer.
- Tom always drinks his coffee strong.
Kyoto'yu ziyaret etmeni şiddetle öneriyorum.
- I strongly suggest you visit Kyoto.
John Rutledge şiddetle karşı çıktı.
- John Rutledge disagreed strongly.
Kendinize başka bir avukat bulmanızı kuvvetle öneriyorum.
- I strongly suggest that you get yourself another lawyer.
Britanya halkı köleliğe kuvvetle karşı çıktı.
- The British people strongly opposed slavery.
The man was nearly drowned after a strong undercurrent swept him out to sea.
Jake was tall and strong.
a strong verb.
The enemy's army force was five thousand strong.
He is strong in the face of adversity.
... stronger sanctions when they do. So we're seeking to strengthen NPT as a fundamental ...
... a half billion application installs. Android Market is seeing stronger, faster ...