Bir dil öğrenmenin geleneksel yolu olsa olsa birinin görev duygusunu tatmin edebilir ama o bir sevinç kaynağı olarak hizmet edemez. Ayrıca muhtemelen başarılı olmayacaktır.
- The traditional way of learning a language may satisfy at most one's sense of duty, but it can hardly serve as a source of joy. Nor will it likely be successful.
Bir köpeğin koku alma duygusu, bir insanınkinden çok daha keskindir.
- A dog's sense of smell is much keener than a human's.
Diğer bir deyişle, sağduyudan şüphelenmelisin.
- In other words, you should doubt common sense.
Tom Mary'nin sağduyudan yoksun olduğunu düşünüyor.
- Tom thinks Mary lacks common sense.
Onun doğru ve yanlış anlayışı yoktur.
- He has no sense of right and wrong.
Onun espri anlayışı yoktur.
- He has no sense of humor.
Gerçekten onun ne kastettiğini anlamak için yeterli aklı vardı.
- She had enough sense to understand what he really meant.
Gerçekten onun ne kastettiğini anlamak için yeterli aklı vardı.
- She had enough sense to understand what he really meant.
Ben ne olduğunu anlamaya çalışıyordum.
- I was trying to make sense of what had happened.
Blind people sometimes develop a compensatory ability to sense the proximity of objects around them.
- Blinde entwickeln manchmal eine ausgleichende Fähigkeit, die Nähe der Gegenstände um sie herum zu spüren.
I read somewhere that animals can sense an earthquake before it hits.
- Ich habe irgendwo gelesen, dass Tiere ein Erdbeben spüren können, bevor es losbricht.