Karısı öldüğünde o derin bir keder içindeydi.
- He was in deep grief at the death of his wife.
Bu sana keder getirecektir.
- This will bring you to grief.
Mary kederli bir şekilde oğlunu gömdü.
- Mary sorrowfully buried her son.
Mary kederli bir şekilde annesini gömdü.
- Mary sorrowfully buried her mother.
Eşi öldüğünde büyük üzüntü hissetti.
- He felt great sorrow when his wife died.
Haber onu üzüntü ile doldurdu.
- The news filled her with sorrow.
Onun kalbi acıyla doludur.
- His heart is filled with sorrow.
Büyük olsalar bile, bütün acılar dayanılabilir olmalı.
- All sorrows should be tolerable, even if they are great.
İkimiz olduktan sonra, bütün bu hüzünler, sıcak bir yakınlaşma için bahanedir.
- As long as we're together, all the sorrow is nothing but an occasion to become closer.
Savaş, barış getirmez. Tam tersine, o acı ve keder getirir.
- War doesn't bring on peace; on the contrary, it brings pains and grief on both sides.
Acılar ha demeyle dinmez.
- You cannot put time limits on grief.
Dostluk sevinci ikiye katlar ve üzüntüyü yarıda keser.
- Friendship redoubles joy and cuts grief in half.
Onun konuşması onu üzüntüsünden uzaklaştırdı.
- His talk distracted her from grief.
O felaketten kurtulmaya çalışmak yerine kederi içinde debeleniyor gibi görünüyordu.
- She seemed to be wallowing in her grief instead of trying to recover from the disaster.
Sevinmek, üzülmenin karşıtıdır.
- Delight is the opposite of sorrow.
Sorrow not, sir,’ says he, ‘like those without hope.’.