sonum

listen to the pronunciation of sonum
Турецкий язык - Английский Язык
(Havacılık) attenuation
damping
son
ultimate

So ultimately, with Tatoeba we are only building the foundations… to make the Web a better place for language learning. - Yani sonuçta, Web'i dil öğrenmede daha iyi bir yer yapmak için biz Tatoeba ile sadece temelleri inşa ediyoruz.

Who will ultimately decide? - Eninde sonunda kim karar verecek?

son
recent

Recent advances in medicine are remarkable. - Tıptaki son gelişmeler dikkat çekiyor.

I've been sluggish recently. - Son zamanlarda tembelleştim.

son
end

The drugstore is at the end of this road. - Eczane yolun sonunda.

In the near future, we will be able to put an end to AIDS. - Yakın gelecekte, AIDS'e son verebileceğiz.

son
{s} latest

His motorcycle is the latest model. - Onun motosikleti en son model.

His latest novel is well worth reading. - Onun en son romanı okumaya değer.

son
last

Advances in science and technology and other areas of society in the last 100 years have brought to the quality of life both advantages and disadvantages. - Son 100 yılın bilim ve teknoloji ve topluluğun diğer alanlarındaki gelişmeler hayat kalitesine hem avantajlar hem de dezavantajlar getirdi.

Date of last revision of this page: 2010-11-03 - Bu sayfanın son güncellenme tarihi: 2010.11.03

son
final

The lioness finally gave chase to the gazelle. - Dişi aslan sonunda ceylanı kovaladı.

I haven't read the final page of the novel yet. - Romanın son sayfasını henüz okumadım.

son
finish

A few minutes after he finished his work, he went to bed. - İşini bitirdikten birkaç dakika sonra, o yatmaya gitti.

I will study abroad when I have finished school. - Okulu bitirdikten sonra yurtdışında eğitim yapacağım.

son
result

You shouldn't sleep with a coal stove on because it releases a very toxic gas called carbon monoxide. Sleeping with a coal stove running may result in death. - Kömür sobasıyla uyumamalısınız. Çünkü karbonmonoksit olarak adlandırılan çok zehirli bir gaz içerir. Kömür sobasıyla uyumak ölümle sonuçlanabilir.

If you divide any number by zero, the result is undefined. - Eğer herhangi bir sayıyı sıfıra bölerseniz, sonuç tanımsızdır.

son
conclusion

The conclusion reached by a study is People who think their feet are smelly, have smelly feet; people who think they aren't, don't. - Bir çalışma ile ulaşılan sonuç ayaklarının pis koktuğunu düşünen insanların kötü kokan ayakları vardır; ayaklarının kötü kokmadığını düşünen insanların yoktur.

We came to the conclusion that we should help him. - Ona yardım etmemiz gerektiği sonucuna vardık.

son
supreme

It made me supremely happy. - Bu beni son derece mutlu etti.

son
last; recent; latest; final; definitive; last; end, conclusion, close; ending; final; expiration; end, death; result; breakup; placenta, afterbirth
son
{i} close

Close the door after you. - Sizden sonra kapıyı kapatın.

It was clear to everyone that the vote would be close. - Seçim sonucunun yakın olacağı herkes tarafından biliniyordu.

son
{s} late

Did the error occur right from the start or later on? - When? - Hata baştan sağda mı yoksa sonradan mı meydana geldi? - Ne zaman?

In late August, the Allied forces captured Paris. - Ağustos ayı sonlarında İtilâf Devletleri, Paris'i ele geçirdi.

son
{i} ending

Most Hollywood movies have a happy ending. - Birçok Hollywood filmleri mutlu bir sona sahiptir.

The small car boom is ending. - Küçük araba artışı sona eriyor.

Son
to
son
bottom

Tom sat at the bottom of the stairs wondering what he should do next. - Tom daha sonra ne yapması gerektiğini merak ederek merdivenlerin alt kısmında oturdu.

Tom found the wallet he thought he'd lost after searching the house from top to bottom. - Evi baştan aşağı aradıktan sonra Tom, kaybettiğini düşündüğü cüzdanı buldu.

son
(Bilgisayar) in the last

This town hasn't changed much in the last ten years. - Bu kasaba son on yıl içerisinde çok fazla değişmedi.

Advances in science and technology and other areas of society in the last 100 years have brought to the quality of life both advantages and disadvantages. - Son 100 yılın bilim ve teknoloji ve topluluğun diğer alanlarındaki gelişmeler hayat kalitesine hem avantajlar hem de dezavantajlar getirdi.

son
lattermost
son
cross-section
son
foot

It is fun playing football after school. - Okuldan sonra futbol oynamak eğlencelidir.

We will play football after school. - Okuldan sonra futbol oynayacağız.

son
kiss-off
son
tail
son
(deyim) fag-end
son
end-all
son
lag end
son
all in all

All in all, how many different schools have you attended? - Sonuçta, kaç tane farklı okula devam ettin?

All in all, after ten years of searching, my friend got married to a girl from the Slantsy region. - Her şeyi düşünerek, on yıllık araştırmadan sonra, arkadaşım Slantsy bölgesinden bir kızla evlendi.

son
aftermath
son
culminate

The celebrations culminated in a spectacular fireworks display. - Kutlamalar muhteşem bir havai fişek gösterisi ile sonuçlandı.

The European Union is set up with the aim of ending the frequent and bloody wars between neighbours, which culminated in the Second World War. - Avrupa Birliği, ikinci dünya savaşı ile sonuçlanan sık ve kanlı komşu devletler arasındaki savaşları bitirme amacıyla kuruldu.

son
expiree
son
death

He took care of the business after his father's death. - O, babasının ölümünden sonra işle ilgilendi.

He was the only recourse for his family after his father's death. - O, babasının ölümünden sonra ailesi için baş vurulacak tek kişiydi.

son
tip
son
inappellable
son
expire

My driver's license expires at the end of this month. - Sürücü lisansım bu ayın sonunda sona eriyor.

The contract expires today. - Antlaşma bugün sona eriyor.

son
breakup
son
(Tıp) secundines
son
the last

Saturday is the last day of the week. - Cumartesi, haftanın son günüdür.

The last time I went to China, I visited Shanghai. - Çin'e gittiğim en son zaman, Şangay'ı ziyaret ettim.

son
terminatory
son
firm

He took charge of the firm after his father's death. - O, babasının ölümünden sonra firmanın sorumluluğunu üstüne aldı.

He took charge of the firm after his father's death. - Babasının ölümünden sonra firmanın sorumluluğunu o aldı.

son
concluding

Members of the board will meet for a concluding session on March 27, 2013. - Yönetim kurulu üyeleri, 27 Mart 2013 tarihinde bir sonuç oturumu için bir araya gelecek.

I was too hasty in concluding that he was lying. - Onun yalan söylediği sonucuna varmada çok aceleci davrandım.

son
utter

The nineties generation in tennis has been utterly useless so far, exasperated fans say. - Teniste doksanlı nesil şimdiye kadar son derece başarısız oldu, kızgın hayranlar söylüyor.

Tom was utterly disappointed. - Tom son derece hayal kırıklığına uğradı.

son
desistence
son
(Tıp) sone

Monica Sone was a Japanese-American writer. - Monica Sone, Japon asıllı Amerikalı bir yazardı.

I heard there were many double suicides in Sonezaki. - Sonezaki'de birçok çift intihar olduğunu duydum.

son
lag
son
water

I needn't have watered the flowers. Just after I finished, it started raining. - Çiçekleri sulamama gerek yoktu. Bitirdikten hemen sonra yağmur yağmaya başladı.

The water pipes froze and then burst. - Su boruları dondu ve sonra patladı.

son
desition
son
(Denizbilim) boundary
son
{i} sunset

After Tom finished watering the plants, he sat down on the porch to enjoy the sunset. - Tom bitkileri sulamayı bitirdikten sonra, o, gün batımının keyfini çıkarmak için veranda da oturdu.

It got cold after sunset. - Gün batımından sonra hava soğudu.

son
expiration
son
crucial

The first minutes after a heart attack are crucial. - Bir kalp krizinden sonra ilk dakikalar çok önemlidir.

son
sequel
son
latter

The end of which there were two little sketches of rhetoric and logic, the latter finishing with a specimen of a dispute in the Socratic method. - Onun sonunda konuşma sanatı ve mantık ile ilgili , Socrates metodunda herhangi bir anlaşmazlık örneği ile biten ikincisinin sonunda iki küçük skeç vardı.

Love is above money. The latter can't give as much happiness as the former. - Sevgi paranın üstündedir. Sonraki önceki kadar çok mutluluk veremez.

son
termination
son
terminal

Sami learned he had terminal cancer. - Sami son aşamada bir kanseri olduğunu öğrendi.

son
closure
son
top end
son
culmination
son
doom

They fled the doomed company like rats deserting a sinking ship. - Onlar sonu gelmiş şirketten, batan gemiyi terk eden fareler gibi kaçtılar.

son
extreme

The British people in general are extremely fond of their pets. - İngiliz halkı genel olarak evcil hayvanlarına son derece düşkündür.

Tom is extremely busy now. - Tom şimdi son derece meşgul.

son
{s} farewell
son
last of
son
by the end

Ken will grow into his brother's clothes by the end of the year. - Ken yıl sonuna kadar erkek kardeşinin elbiselerine sığacaktır.

He will have lived here for ten years by the end of next month. - Gelecek ayın sonunda on yıldır burada yaşamakta olacak.

kritik sonum
(Havacılık) critical damping
son
bedrock
son
fate

The last witness sealed the prisoner's fate. - Son tanık mahkûmun kaderini belirledi.

Fadil's devastating fate finally came to light. - Fadıl'ın yıkıcı kaderi sonunda gün ışığına çıktı.

son
curtains

The room looks different after I've changed the curtains. - Perdeleri değiştirmemden sonra oda farklı görünüyor.

son
nth
son
definitive
son
full

One should add a full stop at the end of the sentence. - Cümlenin sonunda nokta konulmalı.

The bus is full. You'll have to wait for the next one. - Otobüs dolu. Bir sonraki için beklemeniz gerekecek.

son
conclusive
son
tail end
son
afterbirth; placenta
son
end , final , last
son
full stop

Please add a full stop at the end of your sentence. - Lütfen cümlenizin sonuna bir nokta ekleyin.

There needs to be a full stop at the end of a sentence. - Bir cümlenin sonunda nokta olması gerekir.

son
finishing

Tom added a few finishing touches to the painting. - Tom tabloya birkaç son rötuşları ekledi.

The end of which there were two little sketches of rhetoric and logic, the latter finishing with a specimen of a dispute in the Socratic method. - Onun sonunda konuşma sanatı ve mantık ile ilgili , Socrates metodunda herhangi bir anlaşmazlık örneği ile biten ikincisinin sonunda iki küçük skeç vardı.

son
extremity
son
denouement
son
secundine
son
last; final; the most recent
son
omega
son
afterbirth
son
kiss off
son
quietus
son
lastly, last, at the end, after all the others
son
ruination
son
expiry
son
finis

I will study abroad when I have finished school. - Okulu bitirdikten sonra yurtdışında eğitim yapacağım.

Having finished my work, I left the office. - İşimi bitirdikten sonra bürodan ayrıldım.

son
end, conclusion, termination
son
(Hukuk) outcome

You've got to answer for the outcome. - Sonucun hesabını vermek zorundasın.

You must appropriately review the outcome of your bargain. - Pazarlığının sonucunu uygun bir şekilde gözden geçirmelisin.

son
epilogue
son
{i} upshot
son
{i} issue

The latest issue of the magazine will come out next Monday. - Derginin son basımı gelecek pazartesi yayınlanacak.

son
kibosh
son
dernier
son
fine

Effort produces fine results. - Çaba güzel sonuçlar üretir.

It will be fine this afternoon. - Bu öğleden sonra hava güzel olacak.

Английский Язык - Английский Язык

Определение sonum в Английский Язык Английский Язык словарь

SON
SupraOptic Nucleus
SON
socked on the nose
SON
Sonora, a state of Mexico
Son
Jesus Christ, whom Christians believe to be the son of God
son
A male child, a boy or man in relation to his parents; one's male offspring

The Chinese and Indians say all too often: I want a son, not a daughter..

son
A male adopted person in relation to his adoption parents
son
{i} male child, male offspring
son
{n} a male-child, native, descendant
son
(Service Order Number): The SON is the number issued by the local exchange carrier to confirm the order for the ISDN service It provides a matching number for cross referencing the order to the phone company
son
the divine word of God; the second person in the Trinity (incarnate in Jesus)
son
A man, especially a famous man, can be described as a son of the place he comes from. New Orleans's most famous son, Louis Armstrong. sons of Africa
son
feelings Some people use son as a form of address when they are showing kindness or affection to a boy or a man who is younger than them. Don't be frightened by failure, son
son
a male human offspring; "their son became a famous judge"; "his boy is taller than he is"
son
A familiar address to a male person from an older or otherwise more authoritative person
son
A male person who has such a close relationship with an older or otherwise more authoritative person that he can be regarded as a son of the other person
son
A missionary for whom one acted as trainer
son
the divine word of God; the second person in the Trinity (incarnate in Jesus) a male human offspring; "their son became a famous judge"; "his boy is taller than he is
son
A male descendant, however distant; hence, in the plural, descendants in general
son
A male descendant
son
Someone's son is their male child. He shared a pizza with his son Laurence Sam is the seven-year-old son of Eric Davies They have a son
son
A male person considered to have been significantly shaped by some external influence
son
Jesus Christ, the Savior; called the Son of God, and the Son of man
son
The produce of anything
son
The Son is the Source of Reason, LOGOS, in the universe There is only one Son, one Reason, one LOGOS, one Christ (Traditionally, the LOGOS in John 1 1 was translated as "the Word," but the Greek LOGOS can also be translated as "Reason ")
son
Any young male person spoken of as a child; an adopted male child; a pupil, ward, or any other young male dependent
son
A male child; the male issue, or offspring, of a parent, father or mother
son
equals
son
The SON is the number issued by the local exchange carrier to confirm the order for the ISDN service It provides a matching number for cross referencing the order to the phone company
son
male child, as in: He brought his son and daughter to work today to teach them about our industry
son
A Cuban dance similar to the Bolero except that it is wilder in rhythmic accent and more violent in step pattern It is the Son which first served as a basis for the Mambo which in turn became the triple Mambo, now known as Cha Cha This slow rhythmic dance was originally in 2/4 time It became Americanized and is usually played in 4/4 time
son
but
son
An early style of Cuban dance music, resulting from the blending of African and Spanish influences; the root of most of the familiar styles of Afro-Cuban dance music It was played by small bands, using guitar or tres, maracas, guiro, claves, bongo, and other instruments
son
One important form the the merging of African and Spanish influences resulted in, it is the root of most familiar styles of Afro-Cuban dance music A blend of the music of the spanish farmers (campesinos) and African slaves, it is believed to have originated in Oriente (the eastern province of Cuba) toward the end of the 19th century (slavery was abolish in 1878) It was played by small bands, using guitar or tres, maracas, guiro, claves, bongo, a marimbula and a botija The more urban style played in Havana at the beginning of the century became a national style in 1920
son
Most influential Cuban style initiated in the second half of the nineteenth century in the eastern province of Oriente It combines Spanish elements of the Canci n style and instruments with African rhythm and percussion Early forms were interpreted by the Campesinos and developed by the Changui groups
son
abbr Service Order Number
son
A native or inhabitant of some specified place; as, sons of Albion; sons of New England
son
Summary of Need
son
The son is perhaps the oldest and certainly the classic Afro-Cuban form, an almost perfect balance of African and Hispanic elements Originating in Oriente province, it surfaced in Havana around World War I and became a popular urban music played by string-and-percussion quartets and septetos Almost all the numbers Americans called rumbas were, in fact, sones "El Manicero" ("The Peanut Vendor") was a form of son derived from the street cries of Havana and called a pregon The rhythm of the son is strongly syncopated, with a basic chicka-CHUNG pulse
son
A male child, a boy or man in relation to his parents; ones male offspring
Турецкий язык - Турецкий язык

Определение sonum в Турецкий язык Турецкий язык словарь

Son
nihayet

Nihayet doktorun sekreteri Tom'un adını seslendi. - Sonunda doktorun sekreteri Tom'un ismini çağırdı.

Tom nihayet eşcinsel olduğunu itiraf ettiğinde herkes zaten onun eşcinsel olduğunu biliyordu. - Tom sonunda kabullenmeye karar verdiğinde herkes zaten onun eşcinsel olduğunu biliyordu.

Son
münteha
son
En arkada bulunan
son
Artık ondan ötesi veya başkası olmayan
son
Olum. Olanca: "Son kuvvetiyle: Ya Ali! diye bağırdı
son
Etene
son
Plasenta
son
Şimdiki zamana en yakın zamandan beri olan veya bu zamanda yapılmış, olmuş olan, ilk karşıtı
son
"- M
son
Şimdiki zamana en yakın zamandan beri olan veya bu zamanda yapılmış, olmuş olan, ilk karşıtı: "Gündüzün son ışıklarıyla beraber sanki odadan eşya da çekiliyordu."- P. Safa
son
Bir şeyin en arkadan gelen bölümü, bitimi, nihayet
son
Olanca
son
Levent Kırca'nın yönettiği bir film
son
Ses gürlüğü birimi
son
En son, bitiş nihayet
son
Olum
son
Artık ondan ötesi veya başkası olmayan: "Son altı karıncayı Kadırga meydanında birkaç yıl evvel görmüştüm."- H. A. Yücel
son
Etene, eş, döl eşi, meşime, plasenta
son
(Osmanlı Dönemi) ahir
Английский Язык - Турецкий язык

Определение sonum в Английский Язык Турецкий язык словарь

son
oğul

Şimdi büyük oğullar babalarından oldukça bağımsızlar. - The elder sons are now quite independent of their father.

O, oğullarına kötü davrandı. - He behaved badly to his sons.

son
erkek evlat.oğul
son
{i} çocuk

Orada duran çocuk benim oğlumdur. - The boy standing over there is my son.

Şarkı söyleyen çocuk benim erkek kardeşimdir. - The boy singing a song is my brother.

son
it oğlu it
son
Hay Allah
son
evladım
son
piç oğlu piç
son
Hazreti İsa
son
{i} oğul, erkek evlat
son
son of a gun it kırıntısı
son
oğlu

Onun oğlu ünlü bir piyanist oldu. - His son became a famous pianist.

Küçük oğlum araba sürebiliyor. - My little son can drive a car.

son
oğlum

Oğlumuz savaşta öldü. - Our son died during the war.

Benim bir oğlum ve bir de kızım var. Oğlum New York'ta ve kızım da Londra'da. - I have a son and a daughter. My son is in New York, and my daughter is in London.

son
{i} erkek evlât

Bir erkek evlat babasına itaat etmeli. - A son must obey his father.

Tom bana onun için bir erkek evlat gibi olduğumu söyledi. - Tom told me I was like a son to him.

son
ibn
son
mahdum
sonum
Избранное