sonsuz

listen to the pronunciation of sonsuz
Турецкий язык - Английский Язык
eternal

What will happen in the eternal future that seems to have no purpose, but clearly just manifested by fate? - Hiçbir amacı yokmuş gibi görünen ama var olmaktan başka bir kaderi olmadığı da açık olan bir sonsuzluktaki sonsuz gelecekte neler olacak?

Change alone is eternal, perpetual, immortal. - Tek başına değişim, sürekli, sonsuz ve ölümsüzdür.

endless

I'm getting endlessly annoyed by this foolishness. - Bu aptallık tarafından sonsuz bir şekilde rahatsız oluyorum.

Time has no end. It's endless. - Zamanın sonu yoktur. Sonsuzdur

infinite

The number of words that a language has is finite but the number of sentences is infinite, which is quite interesting. You can make countless numbers of sentences. - Bir dilin sahip olduğu kelimelerin sayısı sonludur, ama cümlelerin sayısı sonsuzdur, ki o oldukça ilginçtir. Sayısız cümle yapabilirsiniz.

Human beings are gifted with infinite potential. - İnsan oğluna sonsuz potansiyel bahşedilmiştir.

indefinite

Will the universe expand indefinitely? - Evren sonsuza kadar genişleyecek mi?

unflagging
endless, eternal, infinite, abiding, boundless
absolute
for good

He said good-bye for good. - O, sonsuza kadar elveda dedi.

He left Japan for good. - O sonsuza dek Japonya'ya terk etti.

(Matematik) immeasurably small
plenary
(Bilgisayar) infinity

The two mirrors facing each other created a repeating image that went on to infinity. - Birbirlerine bakan iki ayna, sonsuza kadar yinelenen bir görüntü yarattı.

unfailing
never-ending
beyond measure
overweening
(Latin) ad infinitum
bottomless
infinte
never ending
illimitable
interminable
without end

Better an end with horror than a horror without end. - Korkulu bir son sonsuz bir korkudan daha iyidir.

sempiternal
immeasurable
no end

Time has no end. It's endless. - Zamanın sonu yoktur. Sonsuzdur

(Hukuk) boundless
immortal

Change alone is eternal, perpetual, immortal. - Tek başına değişim, sürekli, sonsuz ve ölümsüzdür.

I will forever be immortal. - Sonsuza dek ölümsüz olacağım.

timeless
abiding
endless, eternal
dateless
abysmal
undying

Tom bought an eternity ring for Mary, as a token of his undying love for her. - Tom ona duyduğu ölümsüz aşkın bir simgesi olarak Mary'ye bir sonsuzluk yüzüğü satın aldı.

You have my undying loyalty, Captain. - Sen benim sonsuz sadakatime sahipsin, Kaptan.

unending
no end of
limitless
everlasting

Everlasting fear, everlasting peace. - Sonsuz korku, sonsuz barış.

True friendships are everlasting. - Gerçek dostluklar sonsuza kadardır.

imperishable
measureless
unceasing
ınfinite
infinit
unlimited
son
ultimate

The argument is rigorous and coherent but ultimately unconvincing. - Bu tartışma titiz ve tutarlı ama sonuçta inandırıcı.

Ultimately, he ended up going to school. - Sonuçta, okula gitmeye son verdi.

son
recent

Recently, they have not been giving her her paycheck on time. - Son zamanlarda, ona maaş çekini zamanında vermiyorlar.

Recently, the increasing diversity of computer use has extended far beyond the realms of the office. - Son zamanlarda, bilgisayar kullanımında artan çeşitlilik, ofis alanlarının çok ötesine uzandı.

son
end

Is there any end in sight to the deepening economic crisis? - Derinleşen ekonomik krizin görünürde bir sonu var mı?

There will be an economic crisis at the end of this year. - Bu yılın sonunda bir ekonomik kriz olacak.

son
{s} latest

I found his latest novel interesting. - Onun en son romanını ilginç buldum.

I just bought the latest version of this MP3 player. - Ben az önce bu MP3 çaların en son sürümünü satın aldım.

son
last

Advances in science and technology and other areas of society in the last 100 years have brought to the quality of life both advantages and disadvantages. - Son 100 yılın bilim ve teknoloji ve topluluğun diğer alanlarındaki gelişmeler hayat kalitesine hem avantajlar hem de dezavantajlar getirdi.

The last straw breaks the camel's back. - Devenin belini kıran son saman çöpü.

son
final

Because of hunger and fatigue, the dog finally died. - Açlıktan ve yorgunluktan dolayı, köpek sonunda öldü.

Finally we have learned the truth. - Sonunda,gerçeği öğrendik.

sonsuz büyüklük
infinity
sonsuz döngü
endless loop, infinite loop
sonsuz derinlik şiir
abysm
sonsuz dizi
(Bilgisayar) infinite series
sonsuz dürtü yanıtı
(Bilgisayar,Teknik) infinite impulse response
sonsuz gerileme
infinite regress
sonsuz gruplar
infinite groups
sonsuz küçük
(Matematik) infinitésimal
sonsuz küçükler hesabı
(Matematik) infinitesimal calculus
sonsuz olarak
ad infinitum
sonsuz sıra
(Bilgisayar) infinite sequence
sonsuz vida
screw conveyor
sonsuz vida dişlisi
worm
sonsuz öncelikli düzence
(Bilgisayar,Teknik) preemptive priority discipline
Sonsuz olan şey
infinite
sonsuz arz esnekliği
(Ticaret) perfect elasticity of supply
sonsuz bant
endless belt
sonsuz bir şekilde
bottomlessly
sonsuz bir şekilde
unendingly
sonsuz biçimde
ad infinitum
sonsuz blanket
endless blanket
sonsuz büyük sayı
zillion
sonsuz derinlik
(şiir) abysm
sonsuz dişli
perpetual screw
sonsuz dişli
worm
sonsuz dişli
worm gear
sonsuz dişli direksiyon
worm gear steering
sonsuz dişli kiti
worm gear kit
sonsuz dişli çarkı
worm wheel
sonsuz dişli ünitesi
worm gear unit
sonsuz evrene inanmama
(Felsefe) acosmism
sonsuz film
loop film
sonsuz gayret
infinite pains
sonsuz genişleme cismi
(Matematik) infinite extension field
sonsuz grup
(Matematik) infinite group
sonsuz halatlı taşıma
endless rope haulage
sonsuz hat
infinite line
sonsuz hoparlör ekranı
(Elektrik, Elektronik,Teknik) infinite baffle
sonsuz integral
(Matematik) infinite integral
sonsuz kayış
endless belt
sonsuz kayışlı fırın
conveyor furnace
sonsuz kök
(Matematik) infinite root
sonsuz küme
infinite set
sonsuz kütle
(Havacılık) infinite mass
sonsuz küçük
infinitesimal
sonsuz küçük
immeasurably small
sonsuz küçük değer
infinitesimal
sonsuz küçük miktar
infinitesimal quantity
sonsuz mutluluk
beatitude
sonsuz nişan ayar usulü
(Askeri) infinity method
sonsuz olarak
eternally
sonsuz olarak
illimitably
sonsuz olmama
finitude
sonsuz palet
endless track
sonsuz persistanslı ekran
(Elektrik, Elektronik,Teknik) infinite persistence screen
sonsuz sayılabilir küme
(Matematik,Teknik) denumerably infinite set
sonsuz sayılabilir küme
(Matematik) countably infinite set
sonsuz sayılar
(Matematik) infinite numbers
sonsuz talep esnekliği
(Ticaret) perfect elasticity of demand
sonsuz tümlev
(Matematik) infinite integral
sonsuz tırtıl
endless track
sonsuz uzay
infinite space
sonsuz uzun zaman süreci
coon's age
sonsuz uzunlukta kanat
(Havacılık) infinite-span wing
sonsuz vida
endless screw, worm
sonsuz vida
worm
sonsuz vida
worm gear
sonsuz vida dişlisi
worm gear
sonsuz vida dişlisi
screw gear
sonsuz vida dişlisi
worm wheel
sonsuz vida mech
worm screw
sonsuz vidalı konveyör
worm feed
sonsuz yapmak
eternalize
sonsuz zincir
endless chain
sonsuz çarpım
(Matematik) infinite product
sonsuz öbek
(Matematik) infinite group
sonsuz özgürlük
(deyim) a free hand
sonsuz ışık ve bolluk ülkesinden kimse
Hyperborean
son
finish

A few minutes after he finished his work, he went to bed. - İşini bitirdikten birkaç dakika sonra, o yatmaya gitti.

I'll come over after I finish the work. - İşi bitirdikten sonra uğrayacağım.

son
result

The situation resulted in violence. - Durum şiddetle sonuçlandı.

You shouldn't sleep with a coal stove on because it releases a very toxic gas called carbon monoxide. Sleeping with a coal stove running may result in death. - Kömür sobasıyla uyumamalısınız. Çünkü karbonmonoksit olarak adlandırılan çok zehirli bir gaz içerir. Kömür sobasıyla uyumak ölümle sonuçlanabilir.

son
conclusion

The conclusion reached by a study is People who think their feet are smelly, have smelly feet; people who think they aren't, don't. - Bir çalışma ile ulaşılan sonuç ayaklarının pis koktuğunu düşünen insanların kötü kokan ayakları vardır; ayaklarının kötü kokmadığını düşünen insanların yoktur.

We came to the conclusion that we should help him. - Ona yardım etmemiz gerektiği sonucuna vardık.

son
supreme

It made me supremely happy. - Bu beni son derece mutlu etti.

son
last; recent; latest; final; definitive; last; end, conclusion, close; ending; final; expiration; end, death; result; breakup; placenta, afterbirth
son
{i} close

Tom closed his diary after writing about that day's events. - Tom, o günkü olaylar hakkında yazdıktan sonra günlüğü kapattı.

The store is closed until further notice. - Bir sonraki duyuruya kadar mağaza kapalı.

son
{s} late

Did the error occur right from the start or later on? - When? - Hata baştan sağda mı yoksa sonradan mı meydana geldi? - Ne zaman?

I have not seen him lately. - Son zamanlarda onu görmedim

son
{i} ending

The story had a happy ending. - Hikayenin mutlu bir sonu vardı.

The small car boom is ending. - Küçük araba artışı sona eriyor.

Son
to
son
bottom

If your baby is prone to rashes, you may want to apply diaper cream, powder, or petroleum jelly after cleaning your baby's bottom. - Bebeğiniz pişiklere eğilimli ise, bebeğinizin altını temizledikten sonra bebek bezi kremi, toz veya vazelin uygulamak isteyebilirsiniz.

I bet my bottom dollar he is innocent. - Onun masum olduğuna son dolarıma bahse girerim.

son
(Bilgisayar) in the last

Tom has been convicted of drunken driving twice in the last four years. - Tom son dört yılda iki kez alkollü araba sürmekten mahkûm edildi.

This town hasn't changed much in the last ten years. - Bu kasaba son on yıl içerisinde çok fazla değişmedi.

son
lattermost
son
cross-section
son
foot

After slapping Tom's right cheek, Mary stomped on his left foot. - Mary, Tom'un sağ yanağına tokat attıktan sonra, sol ayağının üstünde tepindi.

When I was 17, I injured myself playing football. I collided with someone and as a result of this I broke some of my teeth. - 17 yaşındayken, futbol oynarken kendimi yaraladım. Birisiyle çarpıştım ve bunun sonucu olarak dişlerimden bazılarını kırdım.

son
kiss-off
son
tail
son
(deyim) fag-end
son
end-all
son
lag end
son
all in all

All in all, how many different schools have you attended? - Sonuçta, kaç tane farklı okula devam ettin?

All in all, after ten years of searching, my friend got married to a girl from the Slantsy region. - Her şeyi düşünerek, on yıllık araştırmadan sonra, arkadaşım Slantsy bölgesinden bir kızla evlendi.

son
aftermath
son
culminate

The European Union is set up with the aim of ending the frequent and bloody wars between neighbours, which culminated in the Second World War. - Avrupa Birliği, ikinci dünya savaşı ile sonuçlanan sık ve kanlı komşu devletler arasındaki savaşları bitirme amacıyla kuruldu.

The celebrations culminated in a spectacular fireworks display. - Kutlamalar muhteşem bir havai fişek gösterisi ile sonuçlandı.

son
expiree
son
death

He took charge of the firm after his father's death. - O, babasının ölümünden sonra firmanın sorumluluğunu üstüne aldı.

He was the only recourse for his family after his father's death. - O, babasının ölümünden sonra ailesi için baş vurulacak tek kişiydi.

son
tip
son
inappellable
son
expire

My driver's license expires at the end of this month. - Sürücü lisansım bu ayın sonunda sona eriyor.

If your visa expires, you must leave China. - Vizen sona ererse Çin'i terk etmek zorundasın.

son
breakup
son
(Tıp) secundines
son
the last

The last straw breaks the camel's back. - Devenin belini kıran son saman çöpü.

Yesterday was the last day of school. - Dün okulun son günüydü.

son
terminatory
son
firm

He took charge of the firm after his father's death. - Babasının ölümünden sonra firmanın sorumluluğunu o aldı.

Last summer, I finally left the firm that I had joined twelve years before. - Geçen yaz, sonunda on iki yıl önce katılmış olduğum firmadan ayrıldım.

son
concluding

Members of the board will meet for a concluding session on March 27, 2013. - Yönetim kurulu üyeleri, 27 Mart 2013 tarihinde bir sonuç oturumu için bir araya gelecek.

I was too hasty in concluding that he was lying. - Onun yalan söylediği sonucuna varmada çok aceleci davrandım.

son
utter

Tom looks utterly confused. - Tom son derece şaşırmış görünüyor.

He was utterly perplexed. - O son derece şaşırmıştı.

son
desistence
son
(Tıp) sone

I heard there were many double suicides in Sonezaki. - Sonezaki'de birçok çift intihar olduğunu duydum.

Monica Sone was a Japanese-American writer. - Monica Sone, Japon asıllı Amerikalı bir yazardı.

son
lag
son
water

Water will evaporate after it is boiled. - Su kaynatıldıktan sonra buharlaşır.

I don't feel well after drinking that water. - Ben o suyu içtikten sonra, iyi hissetmiyorum.

son
desition
son
(Denizbilim) boundary
son
{i} sunset

After Tom finished watering the plants, he sat down on the porch to enjoy the sunset. - Tom bitkileri sulamayı bitirdikten sonra, o, gün batımının keyfini çıkarmak için veranda da oturdu.

We arrived about forty-five minutes after sunset. - Gün batımından yaklaşık kırk beş dakika sonra vardık.

son
expiration
son
crucial

The first minutes after a heart attack are crucial. - Bir kalp krizinden sonra ilk dakikalar çok önemlidir.

son
sequel
son
latter

The end of which there were two little sketches of rhetoric and logic, the latter finishing with a specimen of a dispute in the Socratic method. - Onun sonunda konuşma sanatı ve mantık ile ilgili , Socrates metodunda herhangi bir anlaşmazlık örneği ile biten ikincisinin sonunda iki küçük skeç vardı.

Love is above money. The latter can't give as much happiness as the former. - Sevgi paranın üstündedir. Sonraki önceki kadar çok mutluluk veremez.

son
termination
son
terminal

Sami learned he had terminal cancer. - Sami son aşamada bir kanseri olduğunu öğrendi.

son
closure
son
top end
son
culmination
son
doom

They fled the doomed company like rats deserting a sinking ship. - Onlar sonu gelmiş şirketten, batan gemiyi terk eden fareler gibi kaçtılar.

son
extreme

Tom is extremely thankful to Mary for her help. - Tom Mary'ye onun yardımı için son derece minnettar.

The British people in general are extremely fond of their pets. - İngiliz halkı genel olarak evcil hayvanlarına son derece düşkündür.

son
{s} farewell
pek çok, sonsuz
many, infinitely
son
last of
son
by the end

Tom can expect to hear from us by the end of the month. - Tom gelecek ayın sonuna kadar bizden haber almayı bekleyebilir.

Ken will grow into his brother's clothes by the end of the year. - Ken yıl sonuna kadar erkek kardeşinin elbiselerine sığacaktır.

sonsuz dişli
infinity spin
artı sonsuz
plus infinite
direksiyon sonsuz dişlisi
(Otomotiv) steering worm gear
eksi sonsuz
(Matematik) negatively infinite
eksi sonsuz
minus infinite
son
bedrock
son
fate

In the end the two families accepted their fate. - Sonunda iki aile kaderini kabul etti.

What will happen in the eternal future that seems to have no purpose, but clearly just manifested by fate? - Hiçbir amacı yokmuş gibi görünen ama var olmaktan başka bir kaderi olmadığı da açık olan bir sonsuzluktaki sonsuz gelecekte neler olacak?

son
curtains

The room looks different after I've changed the curtains. - Perdeleri değiştirmemden sonra oda farklı görünüyor.

son
nth
son
definitive
son
full

I'm working full time in a bookshop until the end of September. - Eylül sonuna kadar bir kitapçıda tam gün çalışıyorum.

One should add a full stop at the end of the sentence. - Cümlenin sonunda nokta konulmalı.

son
conclusive
son
tail end
son
afterbirth; placenta
son
end , final , last
son
full stop

Please add a full stop at the end of your sentence. - Lütfen cümlenizin sonuna bir nokta ekleyin.

There's a full stop missing from the end of the sentence. - Bu cümlenin sonunda bir nokta eksik.

son
finishing

Tom added a few finishing touches to the painting. - Tom tabloya birkaç son rötuşları ekledi.

The end of which there were two little sketches of rhetoric and logic, the latter finishing with a specimen of a dispute in the Socratic method. - Onun sonunda konuşma sanatı ve mantık ile ilgili , Socrates metodunda herhangi bir anlaşmazlık örneği ile biten ikincisinin sonunda iki küçük skeç vardı.

son
extremity
son
denouement
son
secundine
son
last; final; the most recent
son
omega
son
afterbirth
son
kiss off
son
quietus
son
lastly, last, at the end, after all the others
son
ruination
son
expiry
son
finis

I'll come over after I finish the work. - İşi bitirdikten sonra uğrayacağım.

I will study abroad when I have finished school. - Okulu bitirdikten sonra yurtdışında eğitim yapacağım.

son
end, conclusion, termination
son
(Hukuk) outcome

You've got to answer for the outcome. - Sonucun hesabını vermek zorundasın.

You must appropriately review the outcome of your bargain. - Pazarlığının sonucunu uygun bir şekilde gözden geçirmelisin.

son
epilogue
son
{i} upshot
son
{i} issue

The latest issue of the magazine will come out next Monday. - Derginin son basımı gelecek pazartesi yayınlanacak.

son
kibosh
son
dernier
son
fine

It's going to be fine this afternoon. - Bu öğleden sonra hava güzel olacak.

It will be fine this afternoon. - Bu öğleden sonra hava güzel olacak.

Английский Язык - Английский Язык

Определение sonsuz в Английский Язык Английский Язык словарь

SON
SupraOptic Nucleus
SON
socked on the nose
SON
Sonora, a state of Mexico
Son
Jesus Christ, whom Christians believe to be the son of God
son
A male child, a boy or man in relation to his parents; one's male offspring

The Chinese and Indians say all too often: I want a son, not a daughter..

son
A male adopted person in relation to his adoption parents
son
{i} male child, male offspring
son
{n} a male-child, native, descendant
son
(Service Order Number): The SON is the number issued by the local exchange carrier to confirm the order for the ISDN service It provides a matching number for cross referencing the order to the phone company
son
the divine word of God; the second person in the Trinity (incarnate in Jesus)
son
A man, especially a famous man, can be described as a son of the place he comes from. New Orleans's most famous son, Louis Armstrong. sons of Africa
son
feelings Some people use son as a form of address when they are showing kindness or affection to a boy or a man who is younger than them. Don't be frightened by failure, son
son
a male human offspring; "their son became a famous judge"; "his boy is taller than he is"
son
A familiar address to a male person from an older or otherwise more authoritative person
son
A male person who has such a close relationship with an older or otherwise more authoritative person that he can be regarded as a son of the other person
son
A missionary for whom one acted as trainer
son
the divine word of God; the second person in the Trinity (incarnate in Jesus) a male human offspring; "their son became a famous judge"; "his boy is taller than he is
son
A male descendant, however distant; hence, in the plural, descendants in general
son
A male descendant
son
Someone's son is their male child. He shared a pizza with his son Laurence Sam is the seven-year-old son of Eric Davies They have a son
son
A male person considered to have been significantly shaped by some external influence
son
Jesus Christ, the Savior; called the Son of God, and the Son of man
son
The produce of anything
son
The Son is the Source of Reason, LOGOS, in the universe There is only one Son, one Reason, one LOGOS, one Christ (Traditionally, the LOGOS in John 1 1 was translated as "the Word," but the Greek LOGOS can also be translated as "Reason ")
son
Any young male person spoken of as a child; an adopted male child; a pupil, ward, or any other young male dependent
son
A male child; the male issue, or offspring, of a parent, father or mother
son
equals
son
The SON is the number issued by the local exchange carrier to confirm the order for the ISDN service It provides a matching number for cross referencing the order to the phone company
son
male child, as in: He brought his son and daughter to work today to teach them about our industry
son
A Cuban dance similar to the Bolero except that it is wilder in rhythmic accent and more violent in step pattern It is the Son which first served as a basis for the Mambo which in turn became the triple Mambo, now known as Cha Cha This slow rhythmic dance was originally in 2/4 time It became Americanized and is usually played in 4/4 time
son
but
son
An early style of Cuban dance music, resulting from the blending of African and Spanish influences; the root of most of the familiar styles of Afro-Cuban dance music It was played by small bands, using guitar or tres, maracas, guiro, claves, bongo, and other instruments
son
One important form the the merging of African and Spanish influences resulted in, it is the root of most familiar styles of Afro-Cuban dance music A blend of the music of the spanish farmers (campesinos) and African slaves, it is believed to have originated in Oriente (the eastern province of Cuba) toward the end of the 19th century (slavery was abolish in 1878) It was played by small bands, using guitar or tres, maracas, guiro, claves, bongo, a marimbula and a botija The more urban style played in Havana at the beginning of the century became a national style in 1920
son
Most influential Cuban style initiated in the second half of the nineteenth century in the eastern province of Oriente It combines Spanish elements of the Canci n style and instruments with African rhythm and percussion Early forms were interpreted by the Campesinos and developed by the Changui groups
son
abbr Service Order Number
son
A native or inhabitant of some specified place; as, sons of Albion; sons of New England
son
Summary of Need
son
The son is perhaps the oldest and certainly the classic Afro-Cuban form, an almost perfect balance of African and Hispanic elements Originating in Oriente province, it surfaced in Havana around World War I and became a popular urban music played by string-and-percussion quartets and septetos Almost all the numbers Americans called rumbas were, in fact, sones "El Manicero" ("The Peanut Vendor") was a form of son derived from the street cries of Havana and called a pregon The rhythm of the son is strongly syncopated, with a basic chicka-CHUNG pulse
son
A male child, a boy or man in relation to his parents; ones male offspring
Турецкий язык - Турецкий язык
Ölçülemeyecek kadar çok veya büyük olan
Sonu, sınırı olmayan, çok: "İçimdeki ülkede bu ordu insanlarına karşı sonsuz bir sevgi ve minnet var."- R. E. Ünaydın
Sonu ve sınırı olmayan şey
Sonu olmayan, hiç bitmeyen, ebedi: "Seninle arkadaşlığımız sonsuz olacak."- M. Yesarî. Ölçülemeyecek kadar çok veya büyük olan
Sonu olmayan, her niceliği aşabilen değişken (nicelik)
Sonu olmayan, hiç bitmeyen, ebedi
Sınırları olmayan
Sonu, sınırı olmayan, çok
(Osmanlı Dönemi) BÂKİ
tükenmez
sonsuz küçük
Sıfıra eşit olmamak şartıyla, herhangi bir sayıdan daha çok sıfıra yakın olabilen değişken
Son
nihayet

Nihayet doktorun sekreteri Tom'un adını seslendi. - Sonunda doktorun sekreteri Tom'un ismini çağırdı.

Tom nihayet eşcinsel olduğunu itiraf ettiğinde herkes zaten onun eşcinsel olduğunu biliyordu. - Tom sonunda kabullenmeye karar verdiğinde herkes zaten onun eşcinsel olduğunu biliyordu.

Son
münteha
son
En arkada bulunan
son
Artık ondan ötesi veya başkası olmayan
son
Olum. Olanca: "Son kuvvetiyle: Ya Ali! diye bağırdı
son
Etene
son
Plasenta
son
Şimdiki zamana en yakın zamandan beri olan veya bu zamanda yapılmış, olmuş olan, ilk karşıtı
son
"- M
son
Şimdiki zamana en yakın zamandan beri olan veya bu zamanda yapılmış, olmuş olan, ilk karşıtı: "Gündüzün son ışıklarıyla beraber sanki odadan eşya da çekiliyordu."- P. Safa
son
Bir şeyin en arkadan gelen bölümü, bitimi, nihayet
son
Olanca
son
Levent Kırca'nın yönettiği bir film
son
Ses gürlüğü birimi
son
En son, bitiş nihayet
son
Olum
son
Artık ondan ötesi veya başkası olmayan: "Son altı karıncayı Kadırga meydanında birkaç yıl evvel görmüştüm."- H. A. Yücel
son
Etene, eş, döl eşi, meşime, plasenta
son
(Osmanlı Dönemi) ahir
Английский Язык - Турецкий язык

Определение sonsuz в Английский Язык Турецкий язык словарь

son
oğul

Tom oğullarını öldüren kaza için Mary'yi suçladı. - Tom blamed Mary for the accident that killed their son.

Şimdi büyük oğullar babalarından oldukça bağımsızlar. - The elder sons are now quite independent of their father.

son
erkek evlat.oğul
son
{i} çocuk

Bir çocuk bir şarkıdan daha çabuk ne öğrenir? - What will a child learn sooner than a song?

Tom oğluna çocukları yiyen bir canavar hakkındaki hikayeyi anlattı. - Tom told his son the story about a monster that ate children.

son
it oğlu it
son
Hay Allah
son
evladım
son
piç oğlu piç
son
Hazreti İsa
son
{i} oğul, erkek evlat
son
son of a gun it kırıntısı
son
oğlu

Küçük oğlum araba sürebiliyor. - My little son can drive a car.

Benim bir oğlum ve bir de kızım var. Oğlum New York'ta ve kızım da Londra'da. - I have a son and a daughter. My son is in New York, and my daughter is in London.

son
oğlum

Oğlumuz savaşta öldü. - Our son died during the war.

Küçük oğlum araba sürebiliyor. - My little son can drive a car.

son
{i} erkek evlât

Bir erkek evlat babasına itaat etmeli. - A son must obey his father.

Tom bana onun için bir erkek evlat gibi olduğumu söyledi. - Tom told me I was like a son to him.

son
ibn
son
mahdum
sonsuz
Избранное