Kule sola doğru hafifçe eğildi.
- The tower leaned slightly to the left.
Başı bir tarafa doğru hafifçe eğik, sessizce ayakta durdu.
- She stood silently, her head tilted slightly to one side.
En küçük bir fikrim yok.
- I don't have the slightest idea.
Eşimin elleri tezgahtarınkinden biraz daha küçük.
- My wife's hands are slightly smaller than the shop assistant's.
O en ufak bir şeye darılıyor, ona söylediğimiz yaklaşık her şeye itiraz ediyor.
- He's offended at the slightest thing, he takes exception to nearly everything we say to him.
En ufak bir fikrim bile yok.
- I haven't the slightest idea.
Poor nutrition explained his slightness.
a slight (i.e., not severe) pain.
Tom is slightly overweight.
- Tom is slightly overweight.