On kişi kazada hafif yaralandı.
- Ten people were slightly injured in the accident.
Depremi çok sayıda hafif şoklar izledi.
- Several slight shocks followed the earthquake.
Eşimin elleri tezgahtarınkinden biraz daha küçük.
- My wife's hands are slightly smaller than the shop assistant's.
En küçük bir fikrim yok.
- I don't have the slightest idea.
Ne yapacağıma dair en ufak bir fikrim yok.
- I don't have the slightest idea what to do.
Son zamanlarda söylediği en ufak şeye bile sinirlenir oldum.
- Recently I get annoyed at the slightest thing he says.
Tom çok az kıskanç görünüyordu.
- Tom sounded slightly jealous.
Tom hakkında çok az endişeliyim.
- I'm slightly worried about Tom.
Büyükannem biraz ağır işitir. Yani hafifçe sağırdır.
- My grandmother is hard of hearing. In other words she is slightly deaf.
Kule batıya doğru hafifçe eğildi.
- The tower leaned slightly to the west.
Son zamanlarda söylediği en ufak şeye bile sinirlenir oldum.
- Recently I get annoyed at the slightest thing he says.
En ufak bir şüphe olmadan, rüya daha önceki hayattan bir hatıraydı.
- Without the slightest doubt, the dream was a memory from a previous life.
Tom hafiften deli gibi görünüyordu.
- Tom seems slightly distracted.
Hasta, dudaklarını yavaşça kımıldattı.
- The patient moved his lips slightly.
Eşimin elleri tezgahtarınkinden biraz daha küçük.
- My wife's hands are slightly smaller than the shop assistant's.
Tom bir saatten biraz fazla bir süredir bekliyor.
- Tom has been waiting for slightly over an hour.
a slight (i.e., not severe) pain.
a slight but graceful woman.
Tom is slightly overweight.
- Tom is slightly overweight.
His slighting of the company chairman was considered to be inappropriate behaviour.
He was slightly built, but tall.
He weighed slightly less than his wife who was a foot shorter.
Poor nutrition explained his slightness.