Muhabir: Ona bir kedi yavrusu aldınız mı?
- Reporter: Did you buy her a kitten?
O, ona nerede yaşadığını sordu.
- He asked her where she lived.
Banka ona 500 dolar ödünç verdi.
- The bank lent him 500 dollars.
O, ona bir süveter aldı.
- She bought him a sweater.
Bu iyi bir kitaptır ama şu daha iyidir.
- This is a good book, but that is better.
Bu bir postane, şu ise bir bankadır.
- This is a post office and that is a bank.
Artık seni sevmiyorum.
- I don't love you anymore.
Artık seni sevmiyorum.
- I no longer love you.
O bizim beyzbol sahamızdır.
- That is our baseball field.
Tatoeba Projesi bizim sanal evimizdir.
- Tatoeba Project is our virtual home.
Birisi telefona cevap verebilir mi?
- Can somebody get that?
Merdivenlerden yukarı gelen birisi var.
- There's somebody coming up the stairs.
Siz insanları anlamıyorum.
- I do not understand you.
Siz insanları anlamıyorum.
- I don't see your point.
Biri bu tabağı kırdı.
- Somebody has broken this dish.
Olabildiğince tuhaf, o ölü olduğu söylenilen biriyle karşılaştı.
- As strange as it may be, he met with somebody who is said to be dead.
Birisi bana içtiğin her sigara ömründen yedi dakika alır dedi.
- Someone told me that every cigarette you smoke takes seven minutes away from your life.
Bir yabancı omzuma arkadan dokundu. Beni başka birisiyle karıştırmış olmalı.
- A stranger tapped me on the shoulder from behind. He must have mistaken me for someone else.
Onun adı Tomoyuki Ogura.
- His name is Tomoyuki Ogura.
Bu John'dur ve o da onun biraderidir.
- This is John and that is his brother.
Eğer yapmadığım bir şey için ailem beni cezalandırdıysa , onlara doğruları söylerdim ve benim masumiyetle ilgili onları ikna etmeye çalışırdım.
- If my parents punished me for something I didn't do, I would tell them the truth and try to convince them of my innocence.
Onlara karşı çıkmak hiçbir şeye yaramaz.
- It'll be useless to stand against them.
Dima bir gecede 25 adamla yattı ve sonra onları öldürdü.
- Dima slept with 25 men in one night and then killed them.
Takımımız beyzbolda onları 5-0 mağlup etti.
- Our team defeated them by 5-0 at baseball.
Ben dün sizin babanıza rastladım.
- I ran into your father yesterday.
Ben dün sizin babanıza rastladım.
- I ran into your dad yesterday.
Bugünlük bu kadar yeter.
- That's enough for today!
Ver onu. Sahip olduğunun hepsi bu kadar mı?
- Hand it over. That's all you've got?
Keşke o zaman bütün hikayeyi bana anlatsaydın!
- If only you had told me the whole story at that time!
Keşke onunla gidebilseydim.
- I regret that I couldn't go with her.
O kendi kendineHAYIRdedi.Yüksek sesle EVET dedi.
- He said NO to himself. He said YES aloud.
O, aynada kendine bakmadı mı?
- Hasn't he looked at himself in a mirror?
Bu öğleden sonra Tom'un birşeyler yapmasına yardım edeceğim.
- I'm going to help Tom do something this afternoon.
Yarın sabah Tom'un birşeyler yapmasına yardım etmeliyim.
- I have to help Tom do something tomorrow morning.
Yağmur nedeniyle onların gezisi ertelendi.
- Their trip has been cancelled due to rain.
Onların erkek çocuğunun adı John.
- Their son's name is John.
Böyle bir yerde asla böylesine güzel bir otel ummuyordum.
- I never expected such a nice hotel in a place like this.
Böylesine loş bir odada çalışmak imkansızdır.
- It's impossible to work in a room this dim.
Onun elleri buz kadar soğuktu.
- Her hands were as cold as ice.
Onun görünümünü çekici bulurum.
- I find her appearance attractive.
O, daha önce hiç bu kadar korkmamıştı.
- She'd never been this frightened before.
Asla tekrar bu kadar geç kalma.
- Never be this late again.
Bu araba ötekinden daha iyi bir çalışmaya sahip.
- This car has a better performance than that one.
Jane'nin hayali kendine yaşlı ve zengin bir sevgili bulmaktı.
- Jane's dream was to find herself a sugar daddy.
O, sırrı kendine sakladı.
- She kept the secret to herself.
Onu Kaliforniya'ya gönderiyorum.
- I'm sending her to California.
Onunla kahve dükkanında buluşmaya söz verdi.
- She promised to meet her at the coffee shop.
Mary gerçekten harika. O benim için harika bir yemek pişirdi ve bulaşıkları bile kendisi yıkadı.
- Mary is really great. She cooked a wonderful meal for me and even washed the dishes herself.
Kendisine HAYIR dedi. Yüksek sesle EVET dedi.
- She said NO to herself. She said YES aloud.
Siz ondan daha uzun boylusunuz.
- You are taller than her.
Seni ondan daha çok seviyorum.
- I love you more than her.
Onu tanıdıkça daha çok seversin.
- The more you know about him, the more you like him.
Onunla kahve dükkanında buluşmaya söz verdi.
- She promised to meet him at the coffee shop.
Kendisine HAYIR dedi. Yüksek sesle EVET dedi.
- He said NO to himself. He said YES aloud.
O, çocuklarını kendi etrafına topladı.
- He gathered his children around him.
Biraz geç olduğunu biliyorum ama şimdi uğramamın bir sakıncası var mı? Seninle tartışmam gereken bir şeyim var.
- I know it's kind of late, but would you mind if I came over now? I have something I need to discuss with you.
Tom Mary'den yiyecek bir şey alabilmesi için biraz para istedi.
- Tom asked Mary for some money so he could buy something to eat.
Böyle bir durumun tekrar olacağının olası olmadığını düşünüyorum.
- I think it's unlikely that a situation like this one would ever occur again.
Tom'un şimdiye kadar böyle küçük bir araba sürmeyi düşüneceğinden şüpheliyim.
- I doubt that Tom would ever consider driving such a small car.
O, geçen yıl o şirket için çalışmaya başladı.
- He began to work for that company last year.
Şu gömlek için sadece on dolar ödedi.
- He only paid ten dollars for that shirt.
Ailesinin dengeli bir diyet yaptığından emin.
- She makes sure that her family eats a balanced diet.
Herkes işitebilsin diye lütfen yüksek sesle oku.
- Please read it aloud so that everyone can hear.
Onlar parlak renkli kurbağalar olduğunu söylüyorlar fakat ben onları asla görmedim.
- They say there are bright-colored frogs, but I've never seen them.
Takımımız beyzbolda onları 5-0 mağlup etti.
- Our team defeated them by 5-0 at baseball.
Sana küçük bir şey getirdim.
- I brought you a little something.
Bu kravat sana çok iyi uyuyor.
- That tie suits you very well.
Sen bir polis falan mısın?
- Are you a cop or something?
Öğle yemeğin için bir sandviç falan hazırlayacağım.
- I'll fix a sandwich or something for your lunch.
Sana önemli bir şey söylemek istiyorum.
- I want to tell you something important.
Tom Mary'ye önemli bir şey söylemek istedi.
- Tom wanted to tell Mary something important.
Yumi oraya kendi gitti.
- Yumi went there by herself.
Ona kendi odamı gösterdim.
- I showed her my room.
Olağanüstü bir şey görmek istiyor musun?
- Do you want to see something extraordinary?
Bazı doktorlar hastalarını memnun etmek için bir şeyler söylerler.
- Some doctors say something to please their patients.
Tatlı bir şey istiyorum.
- I want something sweet.
Havanın o kadar iyi olması tesadüftür.
- It is lucky that the weather should be so nice.
Bu şarkı o kadar acıklı ki gözlerimi yaşarttı.
- This song is so moving that it brings tears to my eyes.
Ne yazık ki o yatakta hastaydı.
- I regret to say that he is ill in bed.
Erkek kardeşim okumaya öylesine dalmıştı ki odaya girdiğimde beni farketmedi.
- My brother was so absorbed in reading that he did not notice me when I entered the room.
Hikayeye inanacak kadar öylesine aptal değildir.
- He is not such a fool as to believe that story.
Erkek kardeşim okumaya öylesine dalmıştı ki odaya girdiğimde beni farketmedi.
- My brother was so absorbed in reading that he did not notice me when I entered the room.
O gitar o kadar pahalı ki onu satın alamam.
- That guitar is so expensive that I can't buy it.
Bu o kadar ağır bir kutu ki onu taşıyamam.
- This is so heavy a box that I can't carry it.
Tom o kadar hızlı koştu ki ona yetişemedim.
- Tom ran so fast that I couldn't catch him.
Tom o kadar hızlı yürüyüyordu ki ona yetişemedik.
- Tom was walking so fast that we couldn't catch up with him.
Biri bu kitabın ilk üç sayfasını yırtmış.
- Someone has ripped out the first three pages of this book.
Birisi bana içtiğin her sigara ömründen yedi dakika alır dedi.
- Someone told me that every cigarette you smoke takes seven minutes away from your life.
Yarın sabah Tom'un birşeyler yapmasına yardım etmeliyim.
- I have to help Tom do something tomorrow morning.
Bu öğleden sonra Tom'un birşeyler yapmasına yardım edeceğim.
- I'm going to help Tom do something this afternoon.
Onlardan hiçbirinin kaza geçirmediğini umuyorum.
- I hope that none of them got into an accident.
Onlardan herhangi birini seçebilirsin.
- You may choose any of them.
İşte ben İngilizce'yi böyle öğrendim.
- This is how I learned English.
Sık sık kendini çalışma odasına kapatır ve böyle şeyler yazar.
- He often shuts himself up in the study and writes things like this.
Ben sizden özür dilemeliyim.
- I must beg your pardon.
Sizden henüz bir cevap almadım.
- I have received no reply from you yet.
Fark bu: o senden daha çok çalışıyor.
- The difference is this: he works harder than you.
Senden oldukça memnunum.
- I am pretty pleased with you.
Senin çevirini onunkiyle kıyasla.
- Compare your translation with his.
Biz onun işini onunkilerle karşılaştırdık.
- We compared his work with hers.
Birinin adını daha sonraki kuşaklarda yükseltmek ve böylece birinin ebeveynlerini övmek, bu anne babaya saygının en büyük ifadesidir.
- To raise one's name in later generations and thereby glorify one's parents, this is the greatest expression of filial piety.
Birinin ününü sürdürmek zordur.
- It is hard to maintain one's reputation.
Japon flütleri çoğunlukla bambu kamışından yapılır, fakat son zamanlarda bazı ağaç olanları ortaya çıkmıştır.
- Most Shakuhachi are made from bamboo, but recently some wooden ones have appeared.
Daha kaliteli olanlarına sahip misin?
- Do you have better quality ones?
Ben önemli kimseyim ve önemliyim.
- I am somebody and I am important.
Ben önemli kimseyim ve önemliyim.
- I am somebody and I am important.
O onun biri olduğunu düşünüyor ama aslında hiç kimse değil.
- He thinks he is somebody, but really he is nobody.
Bugün belirli bir kimse müthiş kırılgan oluyor.
- A certain someone is being awfully fragile today.
O, şüpheleneceğin bir kimse değildi.
- He wasn't someone you'd suspect.
Neden kimse Tom'a yardım etmedi?
- Why didn't someone help Tom?
Neden kimseye söylemedin?
- Why didn't you tell someone?
Artık seni sevmiyorum.
- I don't love you anymore.
Artık seni sevmiyorum.
- I don't like you anymore.
Bu otobüs sizi müzeye götürecek.
- This bus will take you to the museum.
Çünkü biz sizi seviyoruz, daha iyi bir kullanıcı deneyimi getirmek için Tatoeba'yı güncelleştiriyoruz. Gördünüz mü? Biz sizi seviyoruz ha?
- Because we love you, we are updating Tatoeba to bring you a better user experience. See? We love you huh?
Ben size yardımcı olmaktan mutlu olurum.
- I will be glad to help you.
Size kuralları ihlal etmek için izin verilmez.
- You are not allowed to violate the rules.
Bu senin Japonya'ya ilk ziyaretin mi?
- Is this your first visit to Japan?
Yakın bir gelecekteki senin ziyaretini gerçekten dört gözle bekliyorum.
- I really look forward to your visit in the near future.
The lady with the green feathers in her hat. A big Gainsborough hat. I am quite sure it was Miss Hartuff..
This is her book.
She treated him for a cold (direct object).
The decision was his to live with.
Ahab his mark for Ahab's mark.
This is his book.
With Hit Girl, Moretz is this year's It Girl, alternately sweet, savage and scary.
He saw to it that everyone would vote for him.
It's me. John.
In the next game, Adam and Tom will be it….
Let's play it at breaktime.
It’s lonely without you.
Take each day as it comes.
She took the baby and held it in her arms.
It wasn't me.
Come with me.
Can you hear me?.
Me and my friends played a game.
Wilfred Owen (1893–1918), The Letter - And give us back me cigarette!.
He gave me this.
I recognised him because he had attended my school.
Paying no attention to Lizzy, Mrs. Gibson began calling out our names in alphabetical order.
Thirdly, I continue to attempt to interdigitate the taxa in our flora with taxa of the remainder of the world.
I'm going to see our Terry for tea.
I'm tired of being a nobody - I want to be a somebody.
Is someone there?.
I have a feeling something good is going to happen today.
She has a certain something.
She wiped something with a cloth, wiped at the wall shelf, and put the something on it, clinking glass.
The performance was something of a disappointment.
Oh how we somethinged on the hmmm hmm we were wed. Dear, was I ever on the stage?”.
He looks a something behind that big desk.
She's really something. I can't believe she would do such a mean thing.
I did the run last year, and it wasn't that difficult.
That it is.
I like the song that you wrote.
That was an interesting example.
I'm just not that sick.
That battle was in 1450.
He told me that the book is a good read.
He must die that others might live.
This is probably their cat.
She treated them for a cold. (direct object).
If there be found among you, within any of thy gates which the LORD thy God giveth thee, man or woman, that hath wrought wickedness in the sight of the LORD thy God, in transgressing his covenant, nd hath gone and served other gods, and worshipped them, either the sun, or moon, or any of the host of heaven, which I have not commanded; nd it be told thee, and thou hast heard of it, and enquired diligently, and, behold, it be true, and the thing certain, that such abomination is wrought in Israel: hen shalt thou bring forth that man or that woman, which have committed that wicked thing, unto thy gates, even that man or that woman, and shalt stone them with stones, till they die.
Them kids need to grow up.
This classroom is where I learned to read and write.
Daphnis has forgotten me. He is dreaming of marrying some wealthy maiden. Ah! Why did I make him swear by his goats instead of by the Nymphs! He has forgotten them as he has forgotten me.
- Daphnis has forgotten me. He is dreaming of marrying some wealthy maiden. Ah! Why did I make him swear by his goats instead of by the Nymphs! He has forgotten them as he has forgotten me.
You'll suffer because of that.
- You will suffer because of that.
You will suffer because of that.
- You'll suffer because of that.
These are on sale everywhere.
- Bunlar her yerde satılıyor.
She goes running every morning.
- O her sabah koşmaya gider.
I'm feeling better today.
- Bugün kendimi daha iyi hissediyorum.
Feeling tired after his walk in the country, he took a nap.
- Kırsaldaki yürüyüşünden sonra yorgun hissettiği için şekerleme yaptı.
I can't feel anything in my left foot; there's no sensation at all.
- Ben sol ayağımda bir şey hissedemiyorum; hiç duygu yok.
I have a prickling sensation in my left eye.
- Benim sol gözümde bir karıncalanma hissi var.
Tom sensed that Mary was in pain.
- Tom Mary'nin acı çektiğini hissetti.
She must have sensed something odd.
- Garip bir şey hissetmiş olmalı.
Mary has nobody to talk with, but she doesn't feel lonely.
- Mary'nin konuşacak hiç kimsesi yok fakat o kendini yalnız hissetmiyor.
I'm feeling a lot better.
- Çok daha iyi hissediyorum.
Open an image and select an image layout. Click Open for opening an image. Click Quit for quitting the program. Image Layout feature allows you to view in any layout.
- Bir resim açın ve bir resim düzeni seçin. Bir resim açmak için Aça tıklatın. Programdan çıkmak için Çıkışı tıklatın. Resim Düzeni özelliği herhangi bir düzende göstermenize olanak tanır.
Give help to anyone who needs it.
- Her kimin ihtiyacı olursa ona yardım et.
How many times does the bus run each day?
- Otobüs her gün kaç kez çalışır?
Brush your teeth after each meal.
- Her yemekten sonra dişlerini fırçala.
Open an image and select an image layout. Click Open for opening an image. Click Quit for quitting the program. Image Layout feature allows you to view in any layout.
- Bir resim açın ve bir resim düzeni seçin. Bir resim açmak için Aça tıklatın. Programdan çıkmak için Çıkışı tıklatın. Resim Düzeni özelliği herhangi bir düzende göstermenize olanak tanır.
Can you see anything at all there?
- Orada herhangi bir şey görebiliyor musun?
Above all, don't panic!
- Her şeyden önce, panik yok!
Tom came into the living room, not wearing any pants.
- Tom herhangi bir pantolon giymeden oturma odasına girdi.
Tom is omnilingual. He can speak every language on Earth.
- Tom omnilingualdir. O, Dünya'daki her dili konuşabilir.
Jane Goodall discovered that chimpanzees are omnivorous, not vegetarian.
- Jane Goodall şempanzelerin her şeyi yediklerini, vejetaryen olmadıklarını keşfetti.
It's okay to feel emotions.
- Duyguları hissetmek iyidir.
I always felt emotionally abused.
- Kendimi hep duygusal olarak kötüye kullanılmış hissettim.
You don't marry someone you can live with — you marry the person whom you cannot live without.
- Sen yaşayabileceğin herhangi biriyle evlenme - sen onsuz yaşayamayacağın kişiyle evlen.
Although each person follows a different path, our destinations are the same.
- Her insan farklı bir yol izlesede, hedeflerimiz aynıdır.
One should take good care of every single thing.
- Biri her şeye iyi bakmalı.
Every single word you say is a lie.
- Söylediğin her söz bir yalan.
That dispute has been settled once and for all.
- O tartışma bir zamanlar karara bağlandı ve herkes için.
The law is equal for all.
- Kanun herkes için aynıdır.
You may take either of the two books.
- İki kitaptan herhangi birini alabilirsin.
Do you know either of the two girls?
- İki kızın her birini tanıyor musun?
Do you believe in extrasensory perception?
- Altıncı hisse inanıyor musun?
I wonder if I should trust my instincts.
- Hislerime güvenmem gerekip gerekmediğini merak ediyorum.
I will lend you whatever book you need.
- İhtiyacın olan her kitabı sana ödünç vereceğim.
He believes whatever I say.
- O, söylediğim her şeye inanır.
Whoever comes will be welcomed.
- Her gelen sıcak karşılanacak.
Give it to whoever wants it.
- Onu her kim isterse ona ver.
Tom couldn't help but feel sentimental.
- Tom duygusal hissetmekten kendini alamadı.