Ona kendi odamı gösterdim.
- I showed her my room.
Muhabir: Ona bir kedi yavrusu aldınız mı?
- Reporter: Did you buy her a kitten?
Meseleyi ona bırakmaktan başka çaremiz yoktu.
- We had no choice but to leave the matter to him.
O, ona bir süveter aldı.
- She bought him a sweater.
Bu iyi bir kitaptır ama şu daha iyidir.
- This is a good book, but that is better.
Bu bir ev, şu ise camidir.
- This is a house and that is a mosque.
Sen olmasaydın, o hâlâ hayatta olacaktı.
- If it hadn't been for you, he would still be alive.
Artık seni sevmiyorum.
- I don't love you anymore.
Bizim ana dilimiz Japoncadır.
- Our native language is Japanese.
Tatoeba Projesi bizim sanal evimizdir.
- Tatoeba Project is our virtual home.
Onun bir gün birisi olacağından eminim.
- I'm sure he's going to be somebody someday.
Birisi beni dışarı çıkarsın. İçeride kilitli kaldım.
- Let me out, somebody. I'm locked in.
Siz insanları anlamıyorum.
- I do not understand you.
Merhaba, siz Bay Ogawa mısınız?
- Hello, are you Mr Ogawa?
Merdivenlerden yukarı gelen birisi var.
- There's somebody coming up the stairs.
Olabildiğince tuhaf, o ölü olduğu söylenilen biriyle karşılaştı.
- As strange as it may be, he met with somebody who is said to be dead.
Birisi onun kolundan tuttuğunda o korkudan çığlık attı.
- She screamed with horror as someone took hold of her arm.
Bir yabancı omzuma arkadan dokundu. Beni başka birisiyle karıştırmış olmalı.
- A stranger tapped me on the shoulder from behind. He must have mistaken me for someone else.
Onun adı Tomoyuki Ogura.
- His name is Tomoyuki Ogura.
Onun favori beyzbol takımı Devler'dir, fakat o Aslanlar'ı da seviyor.
- His favorite baseball team is the Giants, but he also likes the Lions.
Sosyal ağlarda hırsızlar, sahteciler, sapıklar veya katiller olabilir. Güvenliğiniz için, onlara inanmamalısınız.
- There may be thieves, fakers, perverts or killers in social networks. For your security, you shouldn't believe them.
Onlara karşı çıkmak hiçbir şeye yaramaz.
- It'll be useless to stand against them.
Sosyal ağlarda hırsızlar, sahteciler, sapıklar veya katiller olabilir. Güvenliğiniz için, onlara inanmamalısınız.
- There may be thieves, fakers, perverts or killers in social networks. For your security, you shouldn't believe them.
Onlardan herhangi birini seçebilirsin.
- You may choose any of them.
Geçen sene Bayan Kato sizin öğretmeniniz miydi?
- Was Ms. Kato your teacher last year?
Ben dün sizin babanıza rastladım.
- I ran into your dad yesterday.
Ver onu. Sahip olduğunun hepsi bu kadar mı?
- Hand it over. That's all you've got?
Bu kadarı yeter. Ben artık istemiyorum.
- That's enough. I don't want any more.
Keşke o gitarı alabilsem.
- I wish I could buy that guitar.
Keşke sigara içmeyi bıraksa.
- I wish that she would stop smoking.
O kendi kendineHAYIRdedi.Yüksek sesle EVET dedi.
- He said NO to himself. He said YES aloud.
Kendi kendine şöyle dedi: Bu operasyon başarıyla sonuçlanacak mı?
- He said to himself, Will this operation result in success?
Tom asla ağzını birşeyi şikayet etmeden açmaz.
- Tom never opens his mouth without complaining about something.
Yarın sabah Tom'un birşeyler yapmasına yardım etmeliyim.
- I have to help Tom do something tomorrow morning.
Onların konuşmaları devam etti.
- Their conversation went on.
Onların ana dili Fransızca.
- French is their mother tongue.
Onunla kahve dükkanında buluşmaya söz verdi.
- He promised to meet her at the coffee shop.
Onunla kahve dükkanında buluşmaya söz verdi.
- She promised to meet her at the coffee shop.
Asla tekrar bu kadar geç kalma.
- Never be this late again.
Bu kadar uzun bir zamandan sonra bu şarkıyı İşitmek gerçekten eski zamanları geri getiriyor.
- Hearing this song after so long really brings back the old times.
Bu araba ötekinden daha iyi bir çalışmaya sahip.
- This car has a better performance than that one.
O, sırrı kendine sakladı.
- She kept the secret to herself.
Kız bayıldı, fakat biz onun yüzüne su döktüğümüzde o kendine geldi.
- The girl fainted, but she came to when we threw water on her face.
Onunla kahve dükkanında buluşmaya söz verdi.
- She promised to meet her at the coffee shop.
Onunla kahve dükkanında buluşmaya söz verdi.
- He promised to meet her at the coffee shop.
Mary gerçekten harika. O benim için harika bir yemek pişirdi ve bulaşıkları bile kendisi yıkadı.
- Mary is really great. She cooked a wonderful meal for me and even washed the dishes herself.
Ben, o kızın kendisine yeni bir görünüm vermek için saçını kestiğini düşünüyorum.
- I think that girl cut her hair to give herself a new look.
Siz ondan daha uzun boylusunuz.
- You are taller than her.
O ondan daha akıllıdır.
- He's smarter than her.
Kızı onunla her yere gitmeye hevesli.
- His daughter is eager to go with him anywhere.
Onunla kahve dükkanında buluşmaya söz verdi.
- He promised to meet him at the coffee shop.
Kendisine Fransızca öğretti.
- He taught himself French.
O, çocuklarını kendi etrafına topladı.
- He gathered his children around him.
Köpeğini besleyecek bir şey almak için biraz paraya ihtiyacı vardı.
- She needed some money to buy something to feed her dog.
Bu biraz farklı bir şeydi ve beraber takıldığım insanlar bunlardan takıyordu.
- It's something a bit different and the people I was hanging around with wore them.
Onun böyle güzel bir teklifi reddetmesine şaşırdım.
- I am surprised that she refused such a good offer.
Sen benimle nasıl böyle konuşabilirsin?
- How dare you speak to me like that?
Şu gömlek için sadece on dolar ödedi.
- He only paid ten dollars for that shirt.
Bu, bir kişi için küçük bir adımdır ama insanlık için dev bir sıçramadır.
- That's one small step for a man, one giant leap for mankind.
Kilo alacağı korkusuyla diyet yapıyor.
- She is on a diet for fear that she will put on weight.
Herkes işitebilsin diye lütfen yüksek sesle oku.
- Please read it aloud so that everyone can hear.
Dima bir gecede 25 adamla yattı ve sonra onları öldürdü.
- Dima slept with 25 men in one night and then killed them.
The Network'ün kasım meselesinde görünen raporunun 70 kopyasını üretmek ve onları ajanlarımıza dağıtmak mümkün mü?
- Is it possible to reproduce 70 copies of your report which appeared in the November issue of The Network and distribute them to our agents?
Sana küçük bir şey getirdim.
- I brought you a little something.
Sana satranç oynamayı öğreteceğim.
- I will teach you to play chess.
Aptal ya da falan olduğumu düşünüyor musun?
- Do you think I'm stupid or something?
Öğle yemeğin için bir sandviç falan hazırlayacağım.
- I'll fix a sandwich or something for your lunch.
Tom Mary'ye önemli bir şey söylemek istedi.
- Tom wanted to tell Mary something important.
Sana önemli bir şey söylemek istiyorum.
- I want to tell you something important.
Bu, onun kendi çizimi olan bir resimdir.
- This is a picture of her own painting.
Kız bayıldı, fakat biz onun yüzüne su döktüğümüzde o kendine geldi.
- The girl fainted, but she came to when we threw water on her face.
Olağanüstü bir şey görmek istiyor musun?
- Do you want to see something extraordinary?
Bazı doktorlar hastalarını memnun etmek için bir şeyler söylerler.
- Some doctors say something to please their patients.
Sana küçük bir şey getirdim.
- I've brought you a little something.
Ekvatora yakın dar bir bölgede bulunan, tropik yağmur ormanları o kadar hızlı yok oluyorlar ki 2000 yılına kadar onların % 80 yok olabilir.
- The tropical rainforests, located in a narrow region near the equator, are disappearing so fast that by the year 2000 eighty percent of them may be gone.
Bu şarkı o kadar acıklı ki gözlerimi yaşarttı.
- This song is so moving that it brings tears to my eyes.
Ne yazık ki o yatakta hastaydı.
- I regret to say that he is ill in bed.
O kadar iyi bir kitap ki onu üç kez okudum.
- That was so good a book that I read it three times.
Linda'nın hayal kırıklığı öylesine fazlaydı ki gözyaşlarına boğuldu.
- Such was Linda's disappointment that she burst into tears.
Hikayeye inanacak kadar öylesine aptal değildir.
- He is not such a fool as to believe that story.
Gerçek şu ki onun babası işten dolayı New York'ta yalnız yaşıyor.
- The fact is that his father lives alone in New York because of work.
O kadar iyi bir kitap ki onu üç kez okudum.
- That was so good a book that I read it three times.
Tom o kadar hızlı koştu ki ona yetişemedim.
- Tom ran so fast that I couldn't catch him.
O, o kadar hızlı koştu ki ona yetişemedim.
- He ran so fast that I couldn't catch up with him.
Biri bu kitabın ilk üç sayfasını yırtmış.
- Someone has ripped out the first three pages of this book.
Kaybedecek bir şeyi olmayan birine meydan okuma.
- Don't challenge someone who has nothing to lose.
Yarın sabah Tom'un birşeyler yapmasına yardım etmeliyim.
- I have to help Tom do something tomorrow morning.
Bu öğleden sonra Tom'un birşeyler yapmasına yardım edeceğim.
- I'm going to help Tom do something this afternoon.
Güneşin etrafında dönen dokuz gezegen vardır,Dünya onlardan biridir.
- There are nine planets travelling around the sun, the earth being one of them.
Onlardan kaç tanesinin yardıma ihtiyacı olduğunu bilmiyordum.
- He did not know how many of them needed help.
Ben böyle bir şapka almakla ilgileniyorum.
- I am interested in getting a hat like this.
Sık sık kendini çalışma odasına kapatır ve böyle şeyler yazar.
- He often shuts himself up in the study and writes things like this.
Yakında sizden haber almak için sabırsızlanıyorum.
- I am looking forward to hearing from you soon.
Tatoeba: Bizim sizden daha eski cümlelerimiz var.
- Tatoeba: We've got sentences older than you.
Ben senden daha güzelim.
- I am more beautiful than you.
Fark bu: o senden daha çok çalışıyor.
- The difference is this: he works harder than you.
Senin çevirini onunkiyle kıyasla.
- Compare your translation with his.
Bu araba onunki gibi görünüyor.
- It looks like this car is his.
Bir insanı birinin arkadaşı yapmak kolaydır fakat onu öyle sürdürmek zordur.
- It is easy to make a man one's friend, but hard to keep him so.
Birinin adını daha sonraki kuşaklarda yükseltmek ve böylece birinin ebeveynlerini övmek, bu anne babaya saygının en büyük ifadesidir.
- To raise one's name in later generations and thereby glorify one's parents, this is the greatest expression of filial piety.
Eski olanlarının yanı sıra çağdaş Farsça şiirler batı dünyasında bilinmemektedir.
- Contemporary Persian poems haven’t been known in west world as well as ancient ones.
Daha kaliteli olanlarına sahip misin?
- Do you have better quality ones?
Ben önemli kimseyim ve önemliyim.
- I am somebody and I am important.
Ben önemli kimseyim ve önemliyim.
- I am somebody and I am important.
Fransızca anlayan kimseyi arıyorum.
- I'm looking for somebody who understands French.
O, şüpheleneceğin bir kimse değildi.
- He wasn't someone you'd suspect.
Bugün belirli bir kimse müthiş kırılgan oluyor.
- A certain someone is being awfully fragile today.
Birinin kafasından neler geçtiğini kimse kesin olarak bilemez.
- No one ever really knows what's going through someone else's head.
Sıkılmış bir yumrukla kimsenin elini sıkamazsın.
- You can't shake someone's hand with a clenched fist.
İstasyona giderken ben seni geçtim.
- I can beat you to the station.
Artık seni sevmiyorum.
- I don't like you anymore.
Bu otobüs sizi müzeye götürecek.
- This bus will take you to the museum.
Sizin hangi tür şarabınız var?
- What kind of wine do you have?
Size patatesleri haşlayacağım.
- I'll boil you the potatoes.
Size kuralları ihlal etmek için izin verilmez.
- You are not allowed to violate the rules.
Bu senin Japonya'ya ilk ziyaretin mi?
- Is this your first visit to Japan?
Yakın bir gelecekteki senin ziyaretini gerçekten dört gözle bekliyorum.
- I really look forward to your visit in the near future.
The lady with the green feathers in her hat. A big Gainsborough hat. I am quite sure it was Miss Hartuff..
This is her book.
She treated him for a cold (direct object).
The decision was his to live with.
Ahab his mark for Ahab's mark.
This is his book.
With Hit Girl, Moretz is this year's It Girl, alternately sweet, savage and scary.
He saw to it that everyone would vote for him.
It's me. John.
In the next game, Adam and Tom will be it….
Let's play it at breaktime.
It’s lonely without you.
Take each day as it comes.
She took the baby and held it in her arms.
It wasn't me.
Come with me.
Can you hear me?.
Me and my friends played a game.
Wilfred Owen (1893–1918), The Letter - And give us back me cigarette!.
He gave me this.
I recognised him because he had attended my school.
Paying no attention to Lizzy, Mrs. Gibson began calling out our names in alphabetical order.
Thirdly, I continue to attempt to interdigitate the taxa in our flora with taxa of the remainder of the world.
I'm going to see our Terry for tea.
I'm tired of being a nobody - I want to be a somebody.
Is someone there?.
I have a feeling something good is going to happen today.
She has a certain something.
She wiped something with a cloth, wiped at the wall shelf, and put the something on it, clinking glass.
The performance was something of a disappointment.
Oh how we somethinged on the hmmm hmm we were wed. Dear, was I ever on the stage?”.
He looks a something behind that big desk.
She's really something. I can't believe she would do such a mean thing.
I did the run last year, and it wasn't that difficult.
That it is.
I like the song that you wrote.
That was an interesting example.
I'm just not that sick.
That battle was in 1450.
He told me that the book is a good read.
He must die that others might live.
This is probably their cat.
She treated them for a cold. (direct object).
If there be found among you, within any of thy gates which the LORD thy God giveth thee, man or woman, that hath wrought wickedness in the sight of the LORD thy God, in transgressing his covenant, nd hath gone and served other gods, and worshipped them, either the sun, or moon, or any of the host of heaven, which I have not commanded; nd it be told thee, and thou hast heard of it, and enquired diligently, and, behold, it be true, and the thing certain, that such abomination is wrought in Israel: hen shalt thou bring forth that man or that woman, which have committed that wicked thing, unto thy gates, even that man or that woman, and shalt stone them with stones, till they die.
Them kids need to grow up.
Daphnis has forgotten me. He is dreaming of marrying some wealthy maiden. Ah! Why did I make him swear by his goats instead of by the Nymphs! He has forgotten them as he has forgotten me.
- Daphnis has forgotten me. He is dreaming of marrying some wealthy maiden. Ah! Why did I make him swear by his goats instead of by the Nymphs! He has forgotten them as he has forgotten me.
You'll suffer because of that.
- You will suffer because of that.
You will suffer because of that.
- You'll suffer because of that.
She goes running every morning.
- O her sabah koşmaya gider.
These are on sale everywhere.
- Bunlar her yerde satılıyor.
I'm feeling a lot better.
- Çok daha iyi hissediyorum.
Are you feeling under the weather?
- Kendini kötü hissediyor musun?
I have a prickling sensation in my left eye.
- Benim sol gözümde bir karıncalanma hissi var.
I've had a runny nose for two days and I've been feeling an uncomfortable sensation in my throat.
- İki gündür burnum akıyor ve boğazımda bir rahatsızlık hissediyorum.
The police officer on duty sensed an elderly man coming up behind him.
- Görevli memur arkasından yaşlı bir adamın geldiğini hissetti.
Tom sensed that Mary was in pain.
- Tom Mary'nin acı çektiğini hissetti.
Do you feel any pain in your stomach?
- Karnında herhangi bir acı hissediyor musun?
I'm feeling better today.
- Bugün kendimi daha iyi hissediyorum.
Open an image and select an image layout. Click Open for opening an image. Click Quit for quitting the program. Image Layout feature allows you to view in any layout.
- Bir resim açın ve bir resim düzeni seçin. Bir resim açmak için Aça tıklatın. Programdan çıkmak için Çıkışı tıklatın. Resim Düzeni özelliği herhangi bir düzende göstermenize olanak tanır.
His daughter is eager to go with him anywhere.
- Kızı onunla her yere gitmeye hevesli.
Brush your teeth after each meal.
- Her yemekten sonra dişlerini fırçala.
Each person paid one thousand dollars.
- Her biri bin dolar ödedi.
Bill is honest all the time.
- Bill her zaman dürüsttür.
All that glitters is not gold.
- Parlayan her şey altın değildir.
Tom came into the living room, not wearing any pants.
- Tom herhangi bir pantolon giymeden oturma odasına girdi.
Everybody started to panic.
- Herkes panik yapmaya başladı.
Jane Goodall discovered that chimpanzees are omnivorous, not vegetarian.
- Jane Goodall şempanzelerin her şeyi yediklerini, vejetaryen olmadıklarını keşfetti.
Some humans believe that there exists a god who is omniscient, omnipotent and omnipresent.
- Bazı insanlar; her şeyi bilen, her şeye gücü yeten ve her yerde olan bir tanrının var olduğuna inanıyorlar.
If we let our reasoning power be overshadowed by our emotions, we would be barking up the wrong tree all the time.
- Muhakeme gücümüzün hislerimiz tarafından gölgelenmesine izin verirsek her zaman yanlış ağaca havluyor oluruz.
I always felt emotionally abused.
- Kendimi hep duygusal olarak kötüye kullanılmış hissettim.
Each person paid one thousand dollars.
- Her biri bin dolar ödedi.
You don't marry someone you can live with — you marry the person whom you cannot live without.
- Sen yaşayabileceğin herhangi biriyle evlenme - sen onsuz yaşayamayacağın kişiyle evlen.
I think about that every single day.
- Her gün onu düşünürüm.
Tom does this every single time.
- Tom bunu her zaman yapar.
The law is equal for all.
- Kanun herkes için aynıdır.
For all his genius, he is as unknown as ever.
- Bütün dehasına rağmen, o her zaman olduğu kadar bilinmiyor.
I don't like either of them.
- Ben, onlardan herhangi birini sevmiyorum.
Do you know either of the two girls?
- İki kızın her birini tanıyor musun?
Do you believe in extrasensory perception?
- Altıncı hisse inanıyor musun?
I wonder if I should trust my instincts.
- Hislerime güvenmem gerekip gerekmediğini merak ediyorum.
I will lend you whatever book you need.
- İhtiyacın olan her kitabı sana ödünç vereceğim.
Whatever has a beginning also has an end.
- Her yokuşun bir de inişi vardır.
Whoever finds the bag must bring it here.
- Her kim çantayı bulursa onu buraya getirmelidir.
Sam helps whoever asks him to.
- Sam yardım isteyen herkese yardım eder.
Tom couldn't help but feel sentimental.
- Tom duygusal hissetmekten kendini alamadı.