Kuzeyde İskoçya, güneyde İngiltere, batıda Galler ve daha batıda da Kuzey İrlanda var.
- In the north, there's Scotland; in the south, England; in the west, Wales; and further west, Northern Ireland.
İngiltere ve İskoçya, 1 Mayıs 1707'de birleşti ve Büyük Britanya Krallığı'nı oluşturdu.
- England and Scotland were unified on May 1, 1707, to form the Kingdom of Great Britain.
İskoçyalı ve en az on iki yıllık değilse, o zaman viski değildir.
- If it's not from Scotland and it hasn't been aged at least twelve years, then it isn't whisky.
Dün giden kişiler İskoçyalı.
- The people who left yesterday are from Scotland.
İskoçyalı ve en az on iki yıllık değilse, o zaman viski değildir.
- If it's not from Scotland and it hasn't been aged at least twelve years, then it isn't whisky.
Bir İskoçyalı İskoç eteğinin altına ne giyer?
- What does a Scotsman wear under his kilt?
O, ona nerede yaşadığını sordu.
- He asked her where she lived.
Banka ona 500 dolar ödünç verdi.
- The bank loaned her 500 dollars.
Ona söyleyecek hiçbir şeyim yok.
- I've got nothing to say to him.
O, ona bir süveter aldı.
- She bought him a sweater.
Karlarla örtülü şu dağa bak.
- Look at that mountain which is covered with snow.
Bu bir ev, şu ise camidir.
- This is a house and that is a mosque.
Artık seni sevmiyorum.
- I no longer love you.
Artık seni sevmiyorum.
- I don't like you anymore.
Bizim restoran en iyisidir.
- Our restaurant is the best.
O bizim beyzbol sahamızdır.
- That is our baseball field.
Onun bir gün birisi olacağından eminim.
- I'm sure he's going to be somebody someday.
Birisi beni dışarı çıkarsın. İçeride kilitli kaldım.
- Let me out, somebody. I'm locked in.
Sizin bir öğretmen olduğunuzu biliyorum.
- I know that you're a teacher.
Siz insanları anlamıyorum.
- I don't see your point.
Birinin bağırdığını duyduk.
- We heard somebody shout.
Merdivenlerden yukarı gelen birisi var.
- There's somebody coming up the stairs.
Sanırım birisi oraya gitti.
- I think that someone went there.
Birisinin kapıyı çaldığını duydum.
- I heard someone knock on the door.
Kızı onunla her yere gitmeye hevesli.
- His daughter is eager to go with him anywhere.
Onun kız arkadaşı Japon.
- His girlfriend is Japanese.
Onlara karşı çıkmak hiçbir şeye yaramaz.
- It'll be useless to stand against them.
Nagasaki çevresinde onlara rehberlik edebilmem için kadınla birlikte gittim.
- I went with the women so that I could guide them around Nagasaki.
Sosyal ağlarda hırsızlar, sahteciler, sapıklar veya katiller olabilir. Güvenliğiniz için, onlara inanmamalısınız.
- There may be thieves, fakers, perverts or killers in social networks. For your security, you shouldn't believe them.
Takımımız beyzbolda onları 5-0 mağlup etti.
- Our team defeated them by 5-0 at baseball.
Ben dün sizin babanıza rastladım.
- I bumped into your dad yesterday.
Ben dün sizin babanıza rastladım.
- I ran into your dad yesterday.
Lenny'nin nasıl çiğnemeden veya boğulmadan tam bir sosisli sandvici yutabildiğine bak? Bu nedenle üst idare onu bu kadar fazla sever.
- See how Lenny can swallow an entire hot dog without chewing or choking? That's why upper management loves him so much.
Bugünlük bu kadar yeter.
- That's enough for today!
Keşke onunla gidebilseydim.
- I regret that I couldn't go with her.
Keşke Tom daha iyi bir Fransızca konuşanı olabilse.
- Tom wishes that he could be a better French speaker.
Bazen büyük babam kendi başına bırakıldığında, kendi kendine konuşur.
- Sometimes my grandfather talks to himself when left alone.
Kendi kendine şöyle dedi: Bu operasyon başarıyla sonuçlanacak mı?
- He said to himself, Will this operation result in success?
Tom asla ağzını birşeyi şikayet etmeden açmaz.
- Tom never opens his mouth without complaining about something.
Yarın sabah Tom'un birşeyler yapmasına yardım etmeliyim.
- I have to help Tom do something tomorrow morning.
Onların erkek çocuğunun adı John.
- Their son's name is John.
Yağmur nedeniyle onların gezisi ertelendi.
- Their trip has been cancelled due to rain.
Onun görünümünü çekici bulurum.
- I find her appearance attractive.
Onun ailesi ile ilgili hiçbir şey bilmiyorum.
- I don't know anything about her family.
Her gün bu kadar sıcak mı?
- Is it this hot every day?
Hiç bu kadar erken kalkmadım.
- I've never woken up this early.
Bu araba ötekinden daha iyi bir çalışmaya sahip.
- This car has a better performance than that one.
Emi kendine yeni bir elbise ısmarladı.
- Emi ordered herself a new dress.
O, sırrı kendine sakladı.
- She kept the secret to herself.
Onu sevip sevmediğini bilmiyorum.
- I don't know whether you like her or not.
Onunla kahve dükkanında buluşmaya söz verdi.
- She promised to meet her at the coffee shop.
Yeni bir araba satın alması için babasına baskı yaptığında Catherine'nin bir art niyeti vardı; O, arabayı kendisinin sürebileceğini umuyordu.
- Catherine had an ulterior motive when she urged her father to buy a new car. She hoped that she'd be able to drive it herself.
Ben, o kızın kendisine yeni bir görünüm vermek için saçını kestiğini düşünüyorum.
- I think that girl cut her hair to give herself a new look.
Seni ondan daha çok seviyorum.
- I love you more than her.
Herkes ondan iyi şekilde bahseder.
- Everybody speaks well of her.
Onunla beraber olduğun sürece mutlu olamazsın.
- As long as you are with him, you can't be happy.
Onunla kahve dükkanında buluşmaya söz verdi.
- She promised to meet him at the coffee shop.
Kendisine Fransızca öğretti.
- He taught himself French.
Kendisine HAYIR dedi. Yüksek sesle EVET dedi.
- He said NO to himself. He said YES aloud.
Tom Mary'den yiyecek bir şey alabilmesi için biraz para istedi.
- Tom asked Mary for some money so he could buy something to eat.
Biraz geç olduğunu biliyorum ama şimdi uğramamın bir sakıncası var mı? Seninle tartışmam gereken bir şeyim var.
- I know it's kind of late, but would you mind if I came over now? I have something I need to discuss with you.
Sen benimle nasıl böyle konuşabilirsin?
- How dare you speak to me like that?
Allah'a inanan kim böyle bir şey yapardı?
- Who that believes in God would do such a thing?
Coca-Cola'nın üretildiği ilk yıllarda, o kokain içeriyordu. 1914'te, kokain bir uyuşturucu olarak gruplandırıldı ve sonra Coca-Cola'nın üretimi için kokain yerine kafein kullandılar.
- In the first years that Coca-Cola was produced, it contained cocaine. In 1914, cocaine was classified as a narcotic, after which they used caffeine instead of cocaine in the production of Coca-Cola.
Bu, bir kişi için küçük bir adımdır ama insanlık için dev bir sıçramadır.
- That's one small step for man, one giant leap for mankind.
Ailesinin dengeli bir diyet yaptığından emin.
- She makes sure that her family eats a balanced diet.
Herkes işitebilsin diye lütfen yüksek sesle oku.
- Please read it aloud so that everyone can hear.
Onların hepsi sadece kızları götürmek için buradalar.
- All of them are just here to pick up girls.
Onlar parlak renkli kurbağalar olduğunu söylüyorlar fakat ben onları asla görmedim.
- They say there are bright-colored frogs, but I've never seen them.
Bu kitabı sana vereceğim.
- I will give you this book.
Sana satranç oynamayı öğreteceğim.
- I will teach you to play chess.
Bir pizza falan sipariş edebiliriz.
- We could order a pizza or something.
Sen bir polis falan mısın?
- Are you a cop or something?
Mary'yi gördüğüm her seferde, ondan yeni ve önemli bir şey öğreniyorum.
- Each time I see Mary, I learn something new and important from her.
Sana önemli bir şey söylemek istiyorum.
- I want to tell you something important.
Kız bayıldı, fakat biz onun yüzüne su döktüğümüzde o kendine geldi.
- The girl fainted, but she came to when we threw water on her face.
Kendisine HAYIR dedi. Yüksek sesle EVET dedi.
- She said NO to herself. She said YES aloud.
Olağanüstü bir şey görmek istiyor musun?
- Do you want to see something extraordinary?
Bana yapacak bir şey ver.
- Give me something to do.
Bazı doktorlar hastalarını memnun etmek için bir şeyler söylerler.
- Some doctors say something to please their patients.
Havanın o kadar iyi olması tesadüftür.
- It is lucky that the weather should be so nice.
Ekvatora yakın dar bir bölgede bulunan, tropik yağmur ormanları o kadar hızlı yok oluyorlar ki 2000 yılına kadar onların % 80 yok olabilir.
- The tropical rainforests, located in a narrow region near the equator, are disappearing so fast that by the year 2000 eighty percent of them may be gone.
Babam o kadar yaşlıdır ki o çalışamaz.
- My father is so old that he can't work.
Ne yazık ki o yatakta hastaydı.
- I regret to say that he is ill in bed.
Linda'nın hayal kırıklığı öylesine fazlaydı ki gözyaşlarına boğuldu.
- Such was Linda's disappointment that she burst into tears.
Öylesine büyük bir malikhâneyi nasıl idare edeceğimi bilmiyorum.
- I don't know how to manage that large estate.
Bu o kadar ağır bir kutu ki onu taşıyamam.
- This is so heavy a box that I can't carry it.
Gerçek şu ki onun babası işten dolayı New York'ta yalnız yaşıyor.
- The fact is that his father lives alone in New York because of work.
Kaybedecek bir şeyi olmayan birine meydan okuma.
- Don't challenge someone who has nothing to lose.
Sen yaşayabileceğin herhangi biriyle evlenme - sen onsuz yaşayamayacağın kişiyle evlen.
- You don't marry someone you can live with — you marry the person whom you cannot live without.
Bu öğleden sonra Tom'un birşeyler yapmasına yardım edeceğim.
- I'm going to help Tom do something this afternoon.
Yarın sabah Tom'un birşeyler yapmasına yardım etmeliyim.
- I have to help Tom do something tomorrow morning.
Onlardan herhangi birini seçebilirsin.
- You may choose any of them.
Güneşin etrafında dönen dokuz gezegen vardır,Dünya onlardan biridir.
- There are nine planets travelling around the sun, the earth being one of them.
Böyle bir sözlükte buzdolabı ile ilgili en az iki cümle olmalıdır.
- In a dictionary like this one there should be at least two sentences with fridge.
İşte ben İngilizce'yi böyle öğrendim.
- This is how I learned English.
Yakında sizden haber almak için sabırsızlanıyorum.
- I am looking forward to hearing from you soon.
Ben sizden özür dilemeliyim.
- I must beg your pardon.
Stevie Wonder'ın yeni albümü sende var mı?
- Do you have Stevie Wonder's new album?
Senden küçük bir yardıma ihtiyacım var.
- I need a little help from you.
Bir İskoçyalı İskoç eteğinin altına ne giyer?
- What does a Scotsman wear under his kilt?
İskoçlar gerçekten cimri mi?
- Are Scots really stingy?
Bir zamanlar elde ettikleri ilk fırsatta kaçmayı kafalarına koyan bir İskoçyalı ve bir İngiliz ve bir İrlandalı orduda birlikte hizmet ediyorlardı.
- There were once a Scotsman and an Englishman and an Irishman serving in the army together, who took it into their heads to run away on the first opportunity they could get.
İkinci sabah İskoçyalı ağacının tepesinden uzakta büyük bir kale gördü.
- On the second morning, the Scotsman saw from the top of his tree a great castle far away.
Bu araba onunki gibi görünüyor.
- It looks like this car is his.
Bay Petro ve eşi çocuklarımı çok seviyor; ben de onunkileri çok seviyorum.
- Mister Petro and his wife love my children a lot; I love theirs a lot, too.
Bir insanı birinin arkadaşı yapmak kolaydır fakat onu öyle sürdürmek zordur.
- It is easy to make a man one's friend, but hard to keep him so.
Birinin adını daha sonraki kuşaklarda yükseltmek ve böylece birinin ebeveynlerini övmek, bu anne babaya saygının en büyük ifadesidir.
- To raise one's name in later generations and thereby glorify one's parents, this is the greatest expression of filial piety.
Japon flütleri çoğunlukla bambu kamışından yapılır, fakat son zamanlarda bazı ağaç olanları ortaya çıkmıştır.
- Most Shakuhachi are made from bamboo, but recently some wooden ones have appeared.
Modern arabalar birçok yönden eski olanlardan farklıdır.
- Modern cars differ from the early ones in many ways.
Ben önemli kimseyim ve önemliyim.
- I am somebody and I am important.
Ben önemli kimseyim ve önemliyim.
- I am somebody and I am important.
Fransızca anlayan kimseyi arıyorum.
- I'm looking for somebody who understands French.
Bugün belirli bir kimse müthiş kırılgan oluyor.
- A certain someone is being awfully fragile today.
O, şüpheleneceğin bir kimse değildi.
- He wasn't someone you'd suspect.
Birinin kafasından neler geçtiğini kimse kesin olarak bilemez.
- No one ever really knows what's going through someone else's head.
Sıkılmış bir yumrukla kimsenin elini sıkamazsın.
- You can't shake someone's hand with a clenched fist.
Artık seni sevmiyorum.
- I don't like you anymore.
İstasyona giderken ben seni geçtim.
- I can beat you to the station.
Sizin bir öğretmen olduğunuzu biliyorum.
- I know that you're a teacher.
Sizinle yaşamayı seviyorum.
- I love living with you.
İçmek için size ne alabilirim?
- What can I get you for drinking?
Size patatesleri haşlayacağım.
- I'll boil you the potatoes.
Bugün senin öğle yemeğin için parayı ben ödeyeceğim.
- I'll pay the money for your lunch today.
Bu senin Japonya'ya ilk ziyaretin mi?
- Is this your first visit to Japan?
to get off scot-free (to get away without penalty; to beat the rap).
The lady with the green feathers in her hat. A big Gainsborough hat. I am quite sure it was Miss Hartuff..
This is her book.
She treated him for a cold (direct object).
The decision was his to live with.
Ahab his mark for Ahab's mark.
This is his book.
With Hit Girl, Moretz is this year's It Girl, alternately sweet, savage and scary.
He saw to it that everyone would vote for him.
It's me. John.
In the next game, Adam and Tom will be it….
Let's play it at breaktime.
It’s lonely without you.
Take each day as it comes.
She took the baby and held it in her arms.
It wasn't me.
Come with me.
Can you hear me?.
Me and my friends played a game.
Wilfred Owen (1893–1918), The Letter - And give us back me cigarette!.
He gave me this.
I recognised him because he had attended my school.
Paying no attention to Lizzy, Mrs. Gibson began calling out our names in alphabetical order.
Thirdly, I continue to attempt to interdigitate the taxa in our flora with taxa of the remainder of the world.
I'm going to see our Terry for tea.
I'm tired of being a nobody - I want to be a somebody.
Is someone there?.
I have a feeling something good is going to happen today.
She has a certain something.
She wiped something with a cloth, wiped at the wall shelf, and put the something on it, clinking glass.
The performance was something of a disappointment.
Oh how we somethinged on the hmmm hmm we were wed. Dear, was I ever on the stage?”.
He looks a something behind that big desk.
She's really something. I can't believe she would do such a mean thing.
I did the run last year, and it wasn't that difficult.
That it is.
I like the song that you wrote.
That was an interesting example.
I'm just not that sick.
That battle was in 1450.
Daphnis has forgotten me. He is dreaming of marrying some wealthy maiden. Ah! Why did I make him swear by his goats instead of by the Nymphs! He has forgotten them as he has forgotten me.
- Daphnis has forgotten me. He is dreaming of marrying some wealthy maiden. Ah! Why did I make him swear by his goats instead of by the Nymphs! He has forgotten them as he has forgotten me.
You'll suffer because of that.
- You will suffer because of that.
It was because of her that he lived so miserably.
- It was down to her that he lived so miserably.
She goes running every morning.
- O her sabah koşmaya gider.
These are on sale everywhere.
- Bunlar her yerde satılıyor.
I'm feeling better today.
- Bugün kendimi daha iyi hissediyorum.
I'm feeling a lot better.
- Çok daha iyi hissediyorum.
I've had a runny nose for two days and I've been feeling an uncomfortable sensation in my throat.
- İki gündür burnum akıyor ve boğazımda bir rahatsızlık hissediyorum.
I have a prickling sensation in my left eye.
- Benim sol gözümde bir karıncalanma hissi var.
I sense that something is wrong.
- Bir şeyin yanlış olduğunu hissediyorum.
She must have sensed something odd.
- Garip bir şey hissetmiş olmalı.
I'm feeling a lot better.
- Çok daha iyi hissediyorum.
Mary has nobody to talk with, but she doesn't feel lonely.
- Mary'nin konuşacak hiç kimsesi yok fakat o kendini yalnız hissetmiyor.
His daughter is eager to go with him anywhere.
- Kızı onunla her yere gitmeye hevesli.
Give help to anyone who needs it.
- Her kimin ihtiyacı olursa ona yardım et.
How many times does the bus run each day?
- Otobüs her gün kaç kez çalışır?
The president appointed each man to the post.
- Genel müdür her bir adamı görevine atadı.
Can you see anything at all there?
- Orada herhangi bir şey görebiliyor musun?
Open an image and select an image layout. Click Open for opening an image. Click Quit for quitting the program. Image Layout feature allows you to view in any layout.
- Bir resim açın ve bir resim düzeni seçin. Bir resim açmak için Aça tıklatın. Programdan çıkmak için Çıkışı tıklatın. Resim Düzeni özelliği herhangi bir düzende göstermenize olanak tanır.
Everybody started to panic.
- Herkes panik yapmaya başladı.
Above all, don't panic!
- Her şeyden önce, panik yok!
How many omnivorous children are patients in hospital?
- Hastanede her şeyi yiyen kaç çocuk hasta var?
Only God can safely be omnipotent.
- Sadece Tanrı güvenle her şeye gücü yeter olabilir.
It's okay to feel emotions.
- Duyguları hissetmek iyidir.
They felt many emotions on their wedding day.
- Düğün günlerinde çok duygular hissettiler.
Everyone has the right to rest and leisure, including reasonable limitation of working hours and periodic holidays with pay.
- Her şahsın dinlenmeye, eğlenmeye, bilhassa çalışma müddetinin makul surette sınırlandırılmasına ve muayyen devrelerde ücretli tatillere hakkı vardır.
Although each person follows a different path, our destinations are the same.
- Her insan farklı bir yol izlesede, hedeflerimiz aynıdır.
Tom comes here every single day.
- Tom her tek günde buraya gelir.
I think about that every single day.
- Her gün onu düşünürüm.
He was in favor of equality for all.
- O, herkes için eşitliğin lehindeydi.
For all his genius, he is as unknown as ever.
- Bütün dehasına rağmen, o her zaman olduğu kadar bilinmiyor.
Either way will lead you to the station.
- Her iki yol da seni istasyona götürecektir.
You may take either of the two books.
- İki kitaptan herhangi birini alabilirsin.
Do you believe in extrasensory perception?
- Altıncı hisse inanıyor musun?
I wonder if I should trust my instincts.
- Hislerime güvenmem gerekip gerekmediğini merak ediyorum.
Whatever has a beginning also has an end.
- Her yokuşun bir de inişi vardır.
I'll do whatever you want me to do.
- Ben senin yapmamı istediğin her şeyi yapacağım.
His parents helped whoever asked for their help.
- Onun ebeveynleri yardımlarını isteyen herkese yardım etti.
Whoever finds the bag must bring it here.
- Her kim çantayı bulursa onu buraya getirmelidir.
Tom couldn't help but feel sentimental.
- Tom duygusal hissetmekten kendini alamadı.