Yıllar sonra suskunluğunu bozdu.
- Jahre später brach sie ihr Schweigen.
Sende üç şeyi fark eden insana güven: gülümsemenin ardında sakladığın acıyı, öfkenin ardındaki sevgiyi, suskunluğunun ardındaki sebebi.
- Vertraue dem Menschen, der drei Dinge an dir bemerkt: den Kummer hinter deinem Lächeln, die Liebe hinter deinem Zorn und den Grund deines Schweigens.
Tom Mary'yi susturmak için elini kaldırdı.
- Tom held up his hand to silence Mary.
Biz bir süre sessizlik içinde birlikte oturduk.
- We sat together in silence for some time.
Sessizlik rıza verir.
- Silence gives consent.
Sami, Leyla'nın susmasını istedi.
- Sami wanted Layla silenced.
Konuşma gümüştür ama susma altındır.
- Speech is silver, but silence is golden.
Atasözünde dendiği gibi; söz gümüşse, sükut altındır.
- As the saying goes: Speech is silver, silence is gold.
Bazıları söz gümüşse sükut altındır diyorlar.
- Some say that speech is worth silver, but silence is worth gold.
He was right to keep silent.
- Er tat recht daran zu schweigen.
Stanisław Jerzy Lec once said: Sometimes one must be silent to make oneself heard.
- Stanisław Jerzy Lec sagte einmal: „Manchmal muss man schweigen, um sich Gehör zu verschaffen.“
Whereof one cannot speak, thereof one must be silent.
- Wovon man nicht sprechen kann, darüber muss man schweigen.