Определение sınırlandırarak в Турецкий язык Английский Язык словарь
- limiting
- {s} restricting; confining; reducing; delimiting, demarcating
- present participle of limit
- Any process by which a specified characteristic (usually amplitude) of the output of a device is prevented from exceeding a predetermined value (188) Note 1: Hard limiting ("clipping") is a limiting action in which there is (a) over the permitted dynamic range, negligible variation in the expected characteristic of the output signal, and (b) a steady-state signal, at the maximum permitted level, for the duration of each period when the output would otherwise be required to exceed the permitted dynamic range in order to correspond to the transfer function of the device Note 2: Soft limiting is limiting in which the transfer function of a device is a function of its instantaneous or integrated output level The output waveform is therefore distorted, but not clipped
- Where an audio signal is not allowed to have excursions beyond a certain point, either positive or negative This can be done either deliberately, as with a limiter, or accidentally where the signal is clipped and therefore distorts
- restricting the scope or freedom of action
- {i} restricting; curtailing; reducing
- the grammatical relation that exists when a word qualifies the meaning of the phrase
- What a limiter does Back
- strictly limiting the reference of a modified word or phrase; "the restrictive clause in `Each made a list of the books that had influenced him' limits the books on the list to only those particular ones defined by the clause
- A search strategy that narrows a search, resulting in a smaller set of search results
- A term to describe that an amplifier has reached its point of saturation or maximum output voltage swing Deliberate limiting of the signal is used in FM demodulation so that AM will not also be demodulated
- sınır
- frontier
In the 1880's, this was a harsh frontier town.
- 1880'lerde burası haşin bir sınır kasabasıydı.
Many families left to make a new life on the frontier.
- Birçok aile sınırda yeni bir hayat kurmak için ayrıldı.
- sınır
- boundary
The Rhine is the boundary between France and Germany.
- Ren, Fransa ve Almanya arasındaki sınırdır.
There is a fence marking the boundary between our yard and the neighbor's.
- Bizim ve komşunun avlusu arasındaki sınırı işaretlemek için bir çit vardır.
- sınır
- verge
- sınır
- border
The army is in the north to protect the border.
- Ordu sınırı korumak için kuzeydedir.
Tom crossed the border into France.
- Tom Fransa'ya giden sınırı geçti.
- sınır
- limit
The limits of my language mean the limits of my world.
- Benim dil sınırlarım benim dünyamın sınırları anlamına gelir.
Everyone has the right to rest and leisure, including reasonable limitation of working hours and periodic holidays with pay.
- Her şahsın dinlenmeye, eğlenmeye, bilhassa çalışma müddetinin makul surette sınırlandırılmasına ve muayyen devrelerde ücretli tatillere hakkı vardır.
- sınır
- limitation
Everyone has the right to rest and leisure, including reasonable limitation of working hours and periodic holidays with pay.
- Her şahsın dinlenmeye, eğlenmeye, bilhassa çalışma müddetinin makul surette sınırlandırılmasına ve muayyen devrelerde ücretli tatillere hakkı vardır.
Though Tom's English seems quite good at times, he doesn't seem to know his limitations and it's impossible to convince him that he's wrong when he makes a mistake.
- Tom'un İngilizcesi zaman zaman oldukça iyi görünsede, o sınırlarını biliyor gibi görünmüyor ve o bir hata yaptığında onu hatalı olduğuna ikna etmek imkansızdır.
- sınır
- (İnşaat) fringe
- sınır
- {i} bound
This limited express is bound for Sendai.
- Bu sınırlı ekspres Sendai'ye gider.
Such matters are beyond the bounds of human knowledge.
- Bu tip konular insanın bilgi sınırlarının ardındadır.
- sınır
- March
- sınır
- border; frontier; boundary, limit; division
- sınır
- demarkation
- sınır
- (Bilgisayar) limit to
There is no limit to human desire.
- İnsan arzusunda hiçbir sınır yoktur.
There is a limit to how much one can tolerate.
- Birinin ne kadar tahammül edeceğine dair bir sınır var.
- sınır
- threshold
- sınır
- edging
- sınır
- (Bilgisayar) limit of
- sınır
- division
- sınır
- tether
- sınır
- strip
- sınır
- (Ticaret) measures
- sınır
- (Politika, Siyaset) entry
- sınır
- outskirts
- sınır
- (Politika, Siyaset) district
- sınır
- (İnşaat) contour
- sınır
- margin
The political party crossed the margin of five percent in the first polls.
- Siyasi parti ilk anketlerde yüzde beş sınırını geçti.
- sınır
- border line
- sınır
- measure
- sınır
- extreme
- sınır
- boundary line
- sınır
- borderline
Layla suffered from borderline personality disorder.
- Leyla, sınırdaki kişilik bozukluğundan muzdaripti.
- sınır
- boundary, limit
- sınır
- extremity
- sınır
- bourn
- sınır
- (Hukuk) border, entry, limit, frontier, boundary
- sınır
- deadline
Tom has a deadline to meet.
- Tom'un buluşmak için zaman sınırı var.
- sınır
- compass
- sınır
- stint
- sınır
- frontier, border
- sınır
- border , boundary , limit
- sınır
- bourne
- sınır
- confine
Your boundaries don't confine me.
- Sizin sınırlar beni tutmaz.
Soccer is not necessarily confined to men.
- Futbol zorunlu olarak erkeklerle sınırlı değildir.
- sınır
- butting
- sınır
- borderland
- sınır
- skirting
- sınır
- watershed
- sınır
- line of demarcation
- sınır
- circumscription
- sınır
- purlieu
- sınır
- pale
- sınır
- confines
- sınır
- bounds
The police established that Dan acted within the bounds of self-defense.
- Polis, Dan'in kendini savunma sınırları içinde hareket ettiğini tespit etti.
Stupidity knows no bounds.
- Aptallık hiçbir sınır tanımaz.