söylemek

listen to the pronunciation of söylemek
Турецкий язык - Английский Язык
sing

I want to sing to his piano accompaniment. - Onun piiyanosu eşliğinde şarkı söylemek istiyorum.

Yumi's hobby is singing popular songs. - Yumi'nin hobisi popüler şarkılar söylemek.

say

She must be stupid to say such a thing. - Böyle bir şey söylemek için aptal olmalı.

What she wants to say just adds up to a refusal. - Onun söylemek istediği sadece reddedeceği anlamına geliyor.

tell

It appears that my husband is cheating on me with my friend. I want to tell her: You thieving cat!. - Bana öyle geliyor ki kocam beni arkadaşımla aldatıyor.Ona söylemek istiyorum:Sen kedi çalıyorsun!.

To tell the truth, this matter does not concern it at all. - Gerçeği söylemek gerekirse, bu konu onu hiç ilgilendirmez.

assert
spit out
bade
dictate
pronounce
call

I called you, on the one hand to invite you out to eat, and on the other to tell you my son is going to get married. - Bir taraftan seni yemeğe davet etmek için, diğer taraftan sana oğlumun evleneceğini söylemek için seni aradım.

Tom scolded Mary for not calling to say she'd be late. - Tom Mary'yi geç kalacağını söylemek için aramadığından dolayı azarladı.

enunciate
spill
articulate
submit
let on
allege
divulge
put

To put it bluntly, he's mistaken. - Açık söylemek gerekirse, o yanılıyor.

To put it briefly, she turned down his proposal. - Kısaca söylemek gerekirse, o, onun önerisini geri çevirdi.

raise
talk

To tell the truth, I don't like his way of talking. - Doğruyu söylemek gerekirse, onun konuşma tarzından hoşlanmadım.

Tom was about to say something, but Mary started talking first. - Tom bir şey söylemek üzereydi fakat önce Mary konuşmaya başladı.

propound
share
throw out
represent
recite
spell
relate
voice
declare
confide
narrate
call off
call out
fame
show

Singing in the shower is one of his favorite things to do. - Duşta şarkı söylemek onun yapacağı en sevdiği şeylerden biridir.

Instead of just saying you love her, do something to show how much you love her. - Sadece onu sevdiğini söylemek yerine onu ne kadar çok sevdiğini gösterecek bir şey yap.

word

I don't have to say a word. - Bir söz söylemek zorunda değilim.

He always wants to have the last word. - Son sözü hep kendisi söylemek ister.

mention

I'll have to mention it to her. - Bunu ona söylemek zorunda kalacağım.

I'll have to mention it to them. - Bunu onlara söylemek zorunda kalacağım.

state
impart to
publish
(Ticaret) address
discourse
inform
mouth

Tom opened his mouth to say something, but Mary interrupted him. - Tom bir şey söylemek için ağzını açtı ama Mary sözünü kesti.

Don't open your mouth if you are not certain that what you want to say is better than silence. - Söylemek istediğin şeyin sessizlikten daha iyi olduğundan emin değilsen ağzını açma.

spiel
disclose
utter
bid
sound
couch
order
to sing (a song); to recite (a poem)
aver
impart
observe
to speak to, direct one's words to
speak

I may not be able to speak French as well as Tom, but I can usually communicate what I want to say. - Tom kadar iyi Fransızca konuşamayabilirim ama genellikle söylemek istediğim şeyi diyalog kurabilirim.

Speaking the truth is not a crime. - Doğruyu söylemek suç değildir.

drop
name

Tom, I have to tell you something. I love someone. His name starts with TO and ends with M. Er, who would that be? Is it someone I know? - Tom, sana bir şey söylemek zorundayım. Ben birini seviyorum. Onun adı TO ile başlıyor ve M ile sona eriyor. Kim olabilir ki bu? Tanıdığım biri mi?

You don't have to tell me your name. - Bana adınızı söylemek zorunda değilsiniz.

to say, to tell, to speak, to remark; to declare; to utter; to sing (a song); to confess; to confide, to divulge, to let on
to say, utter (something); to say (something) to (someone), tell (someone) (something): Bana Fatma'nın evde olmadığını söyledi, ama inanmadım. She told me that Fatma wasn't at home, but I didn't believe her
give voice to
confess

He confessed he had to lie. - Yalan söylemek zorunda kaldığını itiraf etti.

to tell (someone to do something): Akşam yemeğini hazırlamamı söyledi. She told me to fix supper. Ona söyle, oraya gitmesin. Tell her not to go there
break

I really liked attending to that school. Every day, Gustavo would bring the guitar for us to play and sing during the break. - Gerçekten o okula devam etmeyi sevdim. Gustavo bize mola sırasında oynamak ve şarkı söylemek için her gün gitar getirirdi.

hazard
deliver
pass

It is my sad duty to tell you that Tom has passed away. - Tom'un vefat ettiğini sana söylemek benim üzücü görevimdir.

Singing is my passion. - Şarkı söylemek benim tutkumdur.

remark
spit
speak of
şarkı söylemek
sing
yalan söylemek
lie

It is wrong to tell lies. - Yalan söylemek yanlıştır.

Telling lies is a very bad habit. - Yalan söylemek çok kötü bir alışkanlıktır.

söylemek (şarkı)
sing
söz söylemek
comment
söyleyeceğini söylemek
to say one's say
söz söylemek
speak
pat diye söylemek
plump
doğruyu söylemek gerekirse
as a matter of fact
bağırarak söylemek
call out
söyle
{f} said

Bogdan said he would be there tomorrow. - Bogdan, yarın orada olacağını söylemişti.

It doesn't matter what he said. - Söylediği şeyin hiçbir önemi yok.

aklından geçeni söylemek
speak one's mind
bağıra çağıra söylemek
roar
defalarca söylemek
reiterate
fikrini söylemek
opine
söyle
spit it out !
söyle
told

He told me that his father was dead. - O bana babasının öldüğünü söyledi.

At the age of six he had learned to use the typewriter and told the teacher that he did not need to learn to write by hand. - Altı yaşında o, daktiloyu kullanmayı öğrendi ve öğretmenine el ile yazmayı öğrenmesine gerek kalmadığını söyledi.

yalan söylemek
to lie, to tell lies
sesli söylemek
speak up
acı söylemek
tell the painful truth bluntly
adını söylemek
name

He was unwilling to tell us his name. - O, bize adını söylemek için isteksizdi.

You don't have to tell me his name. - Bana onun adını söylemek zorunda değilsin.

arada söz söylemek
interject
açık söylemek
speak openly
açıkça söylemek
make no bones of
açıkça söylemek
avowed
birer birer söylemek
enumerate
büyük söylemek
talk big
büyük söylemek
boast
büyük söz söylemek
talk big
doğaçtan söylemek
improvise
ezbere söylemek
(Muzik) declaim
ezbere söylemek
rattle off
ezbere söylemek
(Muzik) recite
fikrini söylemek
take a stand
fikrini söylemek
commit oneself
gerçeği söylemek
tell the truth
haberleri söylemek
break news
herkese söylemek
broadcast
incitici söz söylemek
gibe
ismini söylemek
name
nefes nefese söylemek
pant
ninni söylemek
sing a lullaby
nutuk söylemek
hold forth
nutuk söylemek
address
selam söylemek
present one's compliments
selam söylemek
give one's kind regards to
söyleme
singing

Suddenly, my mother started singing. - Aniden, annem şarkı söylemeye başladı.

I carried on singing. - Ben şarkı söylemeyi sürdürdüm.

söyleme
{i} saying

Isn't there a much better and shorter way of saying the same thing? - Aynı şeyi söylemenin çok daha iyi ve kısa bir yolu yok mu?

It is possible to talk for a long time without saying anything. - Hiçbir şey söylemeden uzun bir süre konuşmak mümkündür.

söyleme
readily
tersini söylemek
contradict
tirat söylemek
harangue
türkü söylemek
sing a song
yalan söylemek
deceive
yalan söylemek
knock about
yalan söylemek
declare untrue
yalan söylemek
tell lies
yanlış söylemek
mispronounce
çirkin sözler söylemek
abuse
önceden söylemek
predict
önceden söylemek
augur
şaka söylemek
joke
şarkı söylemek
sang
genzinden söylemek
twang
söyle
told to
söyle
say

Say it in another way. - Onu başka bir şekilde söyle.

Please say it in English. - Lütfen onu İngilizce olarak söyle.

söyle
confide

He hasn't said anything publicly, but in confidence he told me he's getting married. - O bana alenen bir şey söylemedi ama sır olarak o bana evleneceğini söyledi.

This is confidential, I can only tell him personally. - Bu gizli, sadece ona kişisel olarak söyleyebilirim.

söyle
tell

Tell me which of the two cameras is the better one. - İki kameradan hangisinin daha iyi olduğunu bana söyle.

Please tell me where you will live. - Lütfen bana nerede yaşayacağını söyle.

söyle
{f} saying

It goes without saying that honesty is the key to success. - Başarının anahtarı olan dürüstlük söylenilmediği taktirde sürer

What you are saying does not make sense. - Söylediğinin anlamı yok.

söyleme
mention

I'll have to mention it to them. - Bunu onlara söylemek zorunda kalacağım.

I'll have to mention it to her. - Bunu ona söylemek zorunda kalacağım.

açıkça söylemek gerekirse
To put it clearly
doğruyu söylemek gerekirse
If the truth be told

If the truth be told, I can't say I ever really enjoyed going sightseeing anyway.

doğruyu söylemek gerkirse
to tell the truth
kötü söylemek
bad to say
marş söylemek
to sing an/the anthem
söyle
dictate
söyleme
disclose
uydurup söylemek
and to say match
yalan söylemek
to tell lies
acı söylemek
to tell the painful truth bluntly
aklına geleni söylemek
say whatever comes uppermost
aksini söylemek
to say the opposite, to contradict
aksini söylemek
to say the opposite
aksini söylemek
say the oppositev
aksini söylemek
(Hukuk) to be in contradiction with
akılına geleni söylemek
to speak without thinking
alıştıra alıştıra söylemek
break the news
arada söylemek
interject
arkadan söylemek
to talk behind someone's back, gossip
arkadan söylemek
to backbite
ayağını denk almasını söylemek
read the riot act to
aynı şeyi söylemek
tell the same thing
açık açık söylemek
make no bones of it
açık seçik söylemek
not to put too fine a point on it
açıkça söylemek
articulate
açıkça söylemek
speak out
açıkça söylemek
make no secret of
açıkça söylemek
avow
açıkça söylemek
to speak out/up, to profess, to make no bones about
açıkça söylemek
profess
ağlarken söylemek
sob out
ağzına geleni söylemek
give a piece of one's mind
ağzına geleni söylemek
tell smb. one's mind
ağzına geleni söylemek
to give sb a piece of one's mind
ağzına geleni söylemek
let fly at smb
ağzında yuvarlayarak söylemek
roll
ağzıyla söylemek
tell personally
ağzıyla söylemek
to tell personally
ağır söylemek
to use hard words
ağır söylemek
use hard words
bakarak söylemek
sight-read
bakarak söylemek
sight read
bağıra bağıra söylemek
belt out
bağıra bağıra şarkı söylemek
speak or sing in a loud rolling manner
bağıra bağıra şarkı söylemek
troll
bağırarak söylemek
spit out
bağırarak söylemek
scream out
bağırarak söylemek
squall out
bağırarak söylemek
shout out
bağırarak söylemek
shout
başkası için söz söylemek
apostrophize
bildiklerini söylemek
sing out
bilmecenin cevabını söylemek
riddle
bir ayak üstünde bin yalan söylemek
1. to tell a whole pack of lies at one go. 2. to be a big liar
bir yığın yalan söylemek
tell a pack of lies
birden söylemek
snap out
birkaç sesle şarkı söylemek
troll
burnunu çekerek söylemek
snuffle out
bülbül gibi söylemek
to tell all, give it all away, spill the beans
büyük (söz) söylemek
to talk big, boast
büyük söylemek
to talk big
büyük söz söylemek
to talk big
cansız söylemek
singsong
ciddi söylemek
to say (something) in earnest; to be for real
cıvıldayarak söylemek
cheep
damaktan söylemek
palatalize
dan diye söylemek
(deyim) shoot from the hip
denli densiz söz söylemek
to speak in an offhand, disrespectful manner
dobra dobra söylemek
speak bluntly
doğaçtan söylemek
to improvise
doğaçtan söylemek
ad-lib
doğaçtan söylemek
extemporize
doğru söylemek
declare valid
doğru söylemek
speak true
doğru söylemek
tell the truth
doğru söylemek
to speak the truth
doğrudan söylemek
say directly
doğrudan söylemek
put it bluntly
doğrudan söylemek
say explicitly
doğruyu söylemek
to tell the truth
doğruyu söylemek
tell the truth

To tell the truth, I don't like him. - Doğruyu söylemek gerekirse, onu sevmiyorum.

To tell the truth, she is my niece. - Doğruyu söylemek gerekirse, o benim yeğenimdir.

düşüncesini söylemek
remark
Турецкий язык - Турецкий язык
Düşündüğünü veya bildiğini sözle anlatmak
Herhangi bir şeyi bildirmek, anlatmak, demek istemek, hatırlatmak
Haber vermek: "Benim burada nasıl yaşadığımı görenler gidip babama da söylerler."- A. Ş. Hisar. Önceden bildirmek, tahmin etmek: "Bir değil iki tane olduğunu size söylemiştim."- R. H. Karay
Haber vermek
Türkü, şarkı vb. okumak: "Kanto söyler gibi hareketler ve taklitlerle söylediği şarkılar pek eğlenceli şeylerdi."- R. N. Güntekin
Bir şeyin yapılmasını sözle istemek: "Biraz sonra nazırın yine beni istediğini söylediler."- F. R. Atay
Herhangi bir şeyi bildirmek, anlatmak, demek istemek, hatırlatmak: "Ne söyler bu türküler / Ay karanlık gecelerde yüzen gemiler."- N. Cumalı
Önceden bildirmek, tahmin etmek
Bir düşünceyi ileri sürmek, ortaya atmak: "Hececiler kendilerinden sonra yeni bir edebî neslin yetişmediğini söylüyorlar."- S. F. Abasıyanık
Bir düşünceyi ileri sürmek, ortaya atmak
Düşündüğünü veya bildiğini sözle anlatmak: "Bu konak için de yine senelerden beri aynı şeyi söylerim."- R. N. Güntekin
Türkü, şarkı vb. okumak
Yazmak, düzmek
Bir şeyin yapılmasını sözle istemek
çıkarmak
(Osmanlı Dönemi) NEBS
savurmak
irat etmek
çekmek
telaffuz etmek
atmak
şakımak
Söyleme
irat
söyleme
Söylemek işi
söylemek
Избранное