I want to sing to his piano accompaniment.
- Onun piiyanosu eşliğinde şarkı söylemek istiyorum.
Yumi's hobby is singing popular songs.
- Yumi'nin hobisi popüler şarkılar söylemek.
She must be stupid to say such a thing.
- Böyle bir şey söylemek için aptal olmalı.
What she wants to say just adds up to a refusal.
- Onun söylemek istediği sadece reddedeceği anlamına geliyor.
It appears that my husband is cheating on me with my friend. I want to tell her: You thieving cat!.
- Bana öyle geliyor ki kocam beni arkadaşımla aldatıyor.Ona söylemek istiyorum:Sen kedi çalıyorsun!.
To tell the truth, this matter does not concern it at all.
- Gerçeği söylemek gerekirse, bu konu onu hiç ilgilendirmez.
I called you, on the one hand to invite you out to eat, and on the other to tell you my son is going to get married.
- Bir taraftan seni yemeğe davet etmek için, diğer taraftan sana oğlumun evleneceğini söylemek için seni aradım.
Tom scolded Mary for not calling to say she'd be late.
- Tom Mary'yi geç kalacağını söylemek için aramadığından dolayı azarladı.
To put it bluntly, he's mistaken.
- Açık söylemek gerekirse, o yanılıyor.
To put it briefly, she turned down his proposal.
- Kısaca söylemek gerekirse, o, onun önerisini geri çevirdi.
To tell the truth, I don't like his way of talking.
- Doğruyu söylemek gerekirse, onun konuşma tarzından hoşlanmadım.
Tom was about to say something, but Mary started talking first.
- Tom bir şey söylemek üzereydi fakat önce Mary konuşmaya başladı.
Singing in the shower is one of his favorite things to do.
- Duşta şarkı söylemek onun yapacağı en sevdiği şeylerden biridir.
Instead of just saying you love her, do something to show how much you love her.
- Sadece onu sevdiğini söylemek yerine onu ne kadar çok sevdiğini gösterecek bir şey yap.
I don't have to say a word.
- Bir söz söylemek zorunda değilim.
He always wants to have the last word.
- Son sözü hep kendisi söylemek ister.
I'll have to mention it to her.
- Bunu ona söylemek zorunda kalacağım.
I'll have to mention it to them.
- Bunu onlara söylemek zorunda kalacağım.
Tom opened his mouth to say something, but Mary interrupted him.
- Tom bir şey söylemek için ağzını açtı ama Mary sözünü kesti.
Don't open your mouth if you are not certain that what you want to say is better than silence.
- Söylemek istediğin şeyin sessizlikten daha iyi olduğundan emin değilsen ağzını açma.
I may not be able to speak French as well as Tom, but I can usually communicate what I want to say.
- Tom kadar iyi Fransızca konuşamayabilirim ama genellikle söylemek istediğim şeyi diyalog kurabilirim.
Speaking the truth is not a crime.
- Doğruyu söylemek suç değildir.
Tom, I have to tell you something. I love someone. His name starts with TO and ends with M. Er, who would that be? Is it someone I know?
- Tom, sana bir şey söylemek zorundayım. Ben birini seviyorum. Onun adı TO ile başlıyor ve M ile sona eriyor. Kim olabilir ki bu? Tanıdığım biri mi?
You don't have to tell me your name.
- Bana adınızı söylemek zorunda değilsiniz.
He confessed he had to lie.
- Yalan söylemek zorunda kaldığını itiraf etti.
I really liked attending to that school. Every day, Gustavo would bring the guitar for us to play and sing during the break.
- Gerçekten o okula devam etmeyi sevdim. Gustavo bize mola sırasında oynamak ve şarkı söylemek için her gün gitar getirirdi.
It is my sad duty to tell you that Tom has passed away.
- Tom'un vefat ettiğini sana söylemek benim üzücü görevimdir.
Singing is my passion.
- Şarkı söylemek benim tutkumdur.
It is wrong to tell lies.
- Yalan söylemek yanlıştır.
Telling lies is a very bad habit.
- Yalan söylemek çok kötü bir alışkanlıktır.
Bogdan said he would be there tomorrow.
- Bogdan, yarın orada olacağını söylemişti.
It doesn't matter what he said.
- Söylediği şeyin hiçbir önemi yok.
He told me that his father was dead.
- O bana babasının öldüğünü söyledi.
At the age of six he had learned to use the typewriter and told the teacher that he did not need to learn to write by hand.
- Altı yaşında o, daktiloyu kullanmayı öğrendi ve öğretmenine el ile yazmayı öğrenmesine gerek kalmadığını söyledi.
He was unwilling to tell us his name.
- O, bize adını söylemek için isteksizdi.
You don't have to tell me his name.
- Bana onun adını söylemek zorunda değilsin.
Suddenly, my mother started singing.
- Aniden, annem şarkı söylemeye başladı.
I carried on singing.
- Ben şarkı söylemeyi sürdürdüm.
Isn't there a much better and shorter way of saying the same thing?
- Aynı şeyi söylemenin çok daha iyi ve kısa bir yolu yok mu?
It is possible to talk for a long time without saying anything.
- Hiçbir şey söylemeden uzun bir süre konuşmak mümkündür.
Say it in another way.
- Onu başka bir şekilde söyle.
Please say it in English.
- Lütfen onu İngilizce olarak söyle.
He hasn't said anything publicly, but in confidence he told me he's getting married.
- O bana alenen bir şey söylemedi ama sır olarak o bana evleneceğini söyledi.
This is confidential, I can only tell him personally.
- Bu gizli, sadece ona kişisel olarak söyleyebilirim.
Tell me which of the two cameras is the better one.
- İki kameradan hangisinin daha iyi olduğunu bana söyle.
Please tell me where you will live.
- Lütfen bana nerede yaşayacağını söyle.
It goes without saying that honesty is the key to success.
- Başarının anahtarı olan dürüstlük söylenilmediği taktirde sürer
What you are saying does not make sense.
- Söylediğinin anlamı yok.
I'll have to mention it to them.
- Bunu onlara söylemek zorunda kalacağım.
I'll have to mention it to her.
- Bunu ona söylemek zorunda kalacağım.
If the truth be told, I can't say I ever really enjoyed going sightseeing anyway.
To tell the truth, I don't like him.
- Doğruyu söylemek gerekirse, onu sevmiyorum.
To tell the truth, she is my niece.
- Doğruyu söylemek gerekirse, o benim yeğenimdir.