Nesnenin yüzeyi oldukça pürüzlü.
- The surface of the object is fairly rough.
Tom'un yüzü pürüzlü, çünkü onun tıraş olmaya ihtiyacı var.
- Tom's face feels rough because he needs to shave.
Dennis'in kaba davranışları yoktur.
- Dennis doesn't have rough manners.
Jackson, kaba bir adamdı.
- Jackson was a rough man.
Türbulanstan dolayı sert bir uçuş yaptık.
- We had a rough flight because of turbulence.
Bu sert oyunlarda oyuncular sıklıkla ciddi olarak yaralanır ve hatta bazen ölürdü.
- So, players were often seriously injured and sometimes even killed in these rough games.
Fırtınalı denizlerde onu deniz tuttu.
- She become seasick in rough seas.
Fırtınadan dolayı deniz haşindi.
- The sea was rough because of the storm.
Chris'in kabaca davranması sıradışı idi.
- It was out of the ordinary for Chris to behave so roughly.
Onun nerede olduğuyla ilgili kabaca bir fikrim var.
- I have a rough idea where it is.
Tekne dalgalı denizde şiddetle sallandı.
- The little boat bobbed on the rough sea.
Deniz bugün oldukça dalgalı.
- The sea is pretty rough today.
Tom iş yerinde kötü bir gün geçirdi.
- Tom had a rough day at work.
Engebeli arazi yürüyüşçülerin ilerlemesini frenledi.
- The rough terrain checked the progress of the hikers.
Köye giden yol çok engebeli.
- The road to the village is very rough.
Tom sıkıntılı bir gece geçirdi.
- Tom had a rough night.
Tom yontulmamış bir insan.
- Tom is a diamond in the rough.
O, yeni evin yaklaşık otuz milyon yene mal olacağını tahmin ediyor.
- He estimates that the new house will cost roughly thirty million yen.
Kabaca konuşursak, otobüste yaklaşık 30 kişi vardı.
- Roughly speaking, there were about 30 people in the bus.
Asya yaklaşık olarak Avrupa'nın dört katı büyüklüktedir.
- Asia is roughly four times the size of Europe.
Engebeli arazi yürüyüşçülerin ilerlemesini frenledi.
- The rough terrain checked the progress of the hikers.
Tom geçen yıl zor günler geçirdi.
- Tom had a rough time last year.
Zor bir gün geçirdim.
- I've had a rough day.
Benim Çincem mükemmel olmaktan uzak, ama aşağı yukarı onun söylediği her şeyi anlayabiliyorum.
- My chinese is far from perfect, but I can roughly understand everything he is saying.
Tom aşağı yukarı Mary ile aynı yaşta.
- Tom is roughly the same age as Mary.
Bir kedinin dili pürüzlüdür.
- The tongue of a cat feels rough.
Nesnenin yüzeyi oldukça pürüzlü.
- The surface of the object is fairly rough.
The sea was rough.
Being a teenager these days can be rough.
A rough estimate.
The rock was one of those tremendously solid brown, or rather black, rocks which emerge from the sand like something primitive. Rough with crinkled limpet shells and sparsely strewn with locks of dry seaweed, a small boy has to stretch his legs far apart, and indeed to feel rather heroic, before he gets to the top.
The gangsters roughed him up a little.
This box has been through some rough handling.