Kimseye söylemeyeceğine söz vermek zorundasın
- You have to promise not to tell anyone.
Sen bana yalnızca bir şey için söz vermek zorundasın.
- You just have to promise me one thing.
Onunla kahve dükkanında buluşmaya söz verdi.
- She promised to meet her at the coffee shop.
Onunla kahve dükkanında buluşmaya söz verdi.
- He promised to meet her at the coffee shop.
Tom gelecek vaadeden bir öğrenci.
- Tom is a promising student.
Tom gelecek vaadeden genç bir adamdır.
- Tom is a promising young man.
Cehennem vaatlerle döşelidir.
- Hell is paved with promises.
İşte, vaat edilen kar!
- Lo, the promised snow!
Tom onu nasıl yaptığını bana göstermek için söz verdi.
- Tom promised to show me how to do it.
Sami umut veren bir kardiyologdu.
- Sami was a promising cardiologist.
Umut verici görünen her şeyi takip edin.
- Keep track of everything that looks promising.
Bu umut verici geliyor.
- That sounds promising.
Onunla kahve dükkanında buluşmaya söz verdi.
- She promised to meet her at the coffee shop.
Onunla kahve dükkanında buluşmaya söz verdi.
- He promised to meet her at the coffee shop.
İşte, vaat edilen kar!
- Lo, the promised snow!
Sana bir cevap vâât edemem ama bana posta gönderebilirsin.
- I can't promise a reply, but you can send mail to me.
Beni yanlış anlama, sana hiçbir şey için söz vermiyoruz.
- Don't misunderstand me, we aren't promising you anything.
Bunu söz verdiğimi hatırlamıyorum.
- I don't remember promising that.
O bize yardımını vaadetti.
- He promised us his assistance.
Tom asla sözünden dönmez.
- Tom never breaks promises.
Sözünden dönmemelisin.
- You should not break your promise.
O oldukça ümit verici görünüyor, değil mi?
- That sounds quite promising, doesn't it?
Mars yaşayabileceğimiz geleceği parlak bir yer.
- Mars is a promising place where we may be able to live.
O geleceği parlak bir öğrenciydi.
- She was a promising pupil.