Sen bana yalnızca bir şey için söz vermek zorundasın.
- You just have to promise me one thing.
Meksika yasalarına uymak için söz vermek zorunda kaldılar.
- They had to promise to obey the laws of Mexico.
Onunla kahve dükkanında buluşmaya söz verdi.
- He promised to meet her at the coffee shop.
Onunla kahve dükkanında buluşmaya söz verdi.
- She promised to meet her at the coffee shop.
Tom gelecek vaadeden genç bir adamdır.
- Tom is a promising young man.
Tom gelecek vaadeden bir öğrenci.
- Tom is a promising student.
Cehennem vaatlerle döşelidir.
- Hell is paved with promises.
Çocuk parlak bir gelecek vâât ediyor.
- The boy is full of promise.
Tom onu nasıl yaptığını bana göstermek için söz verdi.
- Tom promised to show me how to do it.
Sami umut veren bir kardiyologdu.
- Sami was a promising cardiologist.
Umut verici görünen her şeyi takip edin.
- Keep track of everything that looks promising.
O, çok umut verici genç bir adamdır.
- He's a very promising young man.
Onunla kahve dükkanında buluşmaya söz verdi.
- He promised to meet her at the coffee shop.
Onunla kahve dükkanında buluşmaya söz verdi.
- She promised to meet him at the coffee shop.
Cehennem vaatlerle döşelidir.
- Hell is paved with promises.
İşte, vaat edilen kar!
- Lo, the promised snow!
O bize hiçbir şey için söz vermiyor.
- He's promising us nothing.
Bunu söz verdiğimi hatırlamıyorum.
- I don't remember promising that.
O bize yardımını vaadetti.
- He promised us his assistance.
Tom asla sözünden dönmez.
- Tom would never break a promise.
Sözünden dönmemelisin.
- You should not break your promise.
O oldukça ümit verici görünüyor, değil mi?
- That sounds quite promising, doesn't it?
O geleceği parlak bir genç.
- He is a promising youth.
O geleceği parlak bir öğrenci.
- She is a promising pupil.