Ben sadece düz bir ofis çalışanıyım.
- I'm just a plain office worker.
Bayan Yamada büyüleyici Japon masalını düz Japoncaya çevirdi.
- Ms. Yamada translated the fascinating fairy tale into plain Japanese.
Sadece beyaz kağıt yeterli.
- Plain white paper will do.
Ben sadece düz bir ofis çalışanıyım.
- I'm just a plain office worker.
Bu ovada sürpriz bir saldırı neredeyse imkansızdır.
- A surprise attack is almost impossible in this plain.
Büyük ovalarda hiç çit yoktu.
- There were no fences on the great plains.
Yalın bir İngilizce ile konuşma yaptı.
- He made a speech in plain English.
Onun söylemek istediği oldukça açık.
- His meaning is quite plain.
Bunu daha önce yaptığın açık.
- It is plain that you have done this before.
Lafı dolandırma ve benden ne istediğini açıkça söyle.
- Stop beating around the bush and tell me plainly what you want from me.
O, üniversiteye gitmek istediğini açıkça ortaya koydu.
- She made it plain that she wanted to go to college.
Senin suçlanacağın belli.
- It is plain that you are to blame.
Tom, sade ve basit bir yemek yedi.
- Tom ate plain and simple food.
Sade, basit açıklamalar yapar.
- He gives plain, simple explanations.
Ben sadece düz eski bir ofis çalışanıyım.
- I'm just a plain old office worker.
Ben sadece düz bir ofis çalışanıyım.
- I'm just a plain office worker.
Nehir düzlükte menderesler çiziyor.
- The river meanders across the plain.
Not to be born again.
Would you like a poppy bagel or a plain bagel?.
They're just plain people like you or me.
His answer was just plain nonsense.
In fact, by excommunication or persuasion, by impetuosity of driving or adroitness in leading, this Abbot, it is now becoming plain everywhere, is a man that generally remains master at last.
Let me be plain with you: I don't like her.
I plain forgot.
Throughout high school she worried that she had a rather plain face.
He was dressed simply in plain black clothes.