Galileo ilk teleskobu mükemmelleştirdi.
- Galileo perfected the early telescope.
Kız kardeşim mükemmel görüşe sahiptir.
- My sister has perfect vision.
İki insan birbirlerini mükemmel şekilde anlıyorlardı, ve birbirlerinin güçlü niteliklerine karşılıklı saygıları vardı.
- The two men understood one another perfectly, and had a mutual respect for each other's strong qualities.
Görev kusursuz olarak gitti.
- The mission went perfectly.
Kim kendi anadilini kusursuz bir biçimde bilir?
- Who knows his own mother tongue perfectly?
Hayali gitar becerilerini mükemmelleştirmek için saatler harcadı.
- He spent hours perfecting his air guitar skills.
Her şey dört dörtlük olmalı.
- Everything must be nothing less than perfect.
Ben tamamen normalim.
- I'm perfectly normal.
Tom şu anki aylığından tamamen memnun.
- Tom is perfectly satisfied with his current salary.
Kusursuzluk diye bir şey yoktur.
- There's no such thing as perfection.
The perfected speech was better, but all spontaneity had been lost.
perfect an appeal; perfect an interest; perfect a judgment.
Practice makes perfect.
You're perfectly normal.
- You are perfectly normal.
He is a perfectionist.
- He's a perfectionist.