Tom and Mary aren't quite sure what to make of this.
- Tom ve Mary, bununla ilgili ne yapacaklarından pek emin değildir.
I'm not quite sure what to do.
- Ne yapacağımdan pek emin değilim.
It will not make much difference whether you go today or tomorrow.
- Bugün ya da yarın gitmen pek fark yaratmayacak.
Tom and Mary don't have much in common.
- Tom ve Mary'nin pek çok ortak şeyleri yoktur.
All right. I'll translate another fifteen sentences in German, and then leave.
- Pekâlâ. Diğer on beş Almanca cümleyi tercüme edip, ondan sonra ayrılacağım.
All right. I'm leaving.
- Pekala. Şimdi gidiyorum.
If you look from afar, most things will look nice.
- Uzaktan bakıldığında pek çok şey hoş görünecektir.
Most snakes on this island are harmless.
- Bu adadaki pek çok yılan zararsızdır.
They have a lot in common.
- Onların pek çok ortak yanı var.
Maruyama Park is a place where a lot of people gather.
- Maruyama Parkı pek çok insanın toplandığı bir yerdir.
Tom doesn't have very many friends.
- Tom'un pek çok arkadaşı yok.
Between you and me, Tom's idea doesn't appeal to me very much.
- Aramızda kalsın, Tom'un fikri bana pek cazip gelmiyor.
Maruyama Park is a place where a lot of people gather.
- Maruyama Parkı pek çok insanın toplandığı bir yerdir.
Tom doesn't have a whole lot of time.
- Tom'un pek çok zamanı yoktu.
I'm really not much of a cook.
- Ben gerçekten pek aşçı değilim.
There is not much more to say.
- Söylenecek pek fazla şey yok.
The first time, she wasn't very firm with him.
- İlk kez, onunla pek sıkı değildi.