Onun felci ilerliyor ve yakında yataktan çıkamayacak.
- His paralysis is progressing, and soon he won't be able to get out of bed.
Bu paragraf iyi yazılmış ama son cümlede bir yanlışlık var.
- This paragraph is well written, but there is a mistake in the last sentence.
Bu paragrafın anlamını anlayabiliyor musun?
- Can you understand the meaning of this paragraph?
Tom paragrafı yeniden yazdı.
- Tom rewrote the paragraph.
Tom paraşütçü askeri doktor olmak istemiyor.
- Tom doesn't want to be a paramedic.
O bir paraşütçü asker miydi?
- Was he a paratrooper?
He has lots of money.
- O aşırı para harcıyor.
How much money do you want?
- Ne kadar para istiyorsun?
Success means much money, doesn't it?
- Başarı çok para anlamına gelir, değil mi?
She lives beyond her means.
- O, kazandığından çok para harcıyor.
That dude is rolling in dough.
- Şu arkadaş para içinde yüzüyor.
She's rolling in dough.
- O çok para kazanıyor.
In 1971 the United Kingdom changed its currency to the decimal system.
- 1971 de Britanya Kırallığı parasını ondalık sisteme çevirdi.
The former Italian currency was the lira and its symbol was ₤. It's not related to the Turkish lira.
- Eski İtalyan para birimi liretti ve sembolü ₤ idi. Liret Türk lirasıyla alâkalı değildir.
The governor took the money out of a slush fund.
- Vali, örtülü ödenekteki parayı aldı.
IMF stands for International Monetary Fund.
- IMF Uluslararası Para Fonu (IMF) anlamına gelir.
A household is a group that shares the same living space and finances.
- Ev halkı, aynı yaşam alanını ve parayı paylaşan bir gruptur.
IMF stands for International Monetary Fund.
- IMF Uluslararası Para Fonu (IMF) anlamına gelir.
They have monetary problems.
- Onların parasal problemleri var.
The telethon is a French TV program organized every year to collect funds in order to finance medical research.
- Teleton tıbbi araştırmaları finanse etmek amacıyla para toplamak için her yıl düzenlenen bir Fransız televizyon programıdır.
Many of my friends tried to live on their own but moved back home because of insufficient funds for their lifestyle.
- Arkadaşlarımdan birçoğu kendi başlarına yaşamaya çalıştı ancak yaşam biçimleri için yetersiz para nedeniyle eve döndü.
He had barely enough money to buy bread and milk.
- Ekmek ve süt alacak kadar parası ancak vardı.
When he had no money, he couldn't buy any bread.
- Parası olmadığı zaman hiç ekmek alamazdı.
Tom and Mary have jumped together from Pulpit Rock with a parachute. It was a short but magical experience.
- Tom ve Mary birlikte Pulpit Rock'tan paraşütle atladılar. Kısa ama büyülü bir deneyimdi.
We all chipped in to buy our teacher a birthday present.
- Hepimiz öğretmenimize bir doğum günü hediyesi almak için para verdik.
If you want to go to Israel, you need many shekels. Water costs only 0,50 ₪.
- İsrail'e gitmek istiyorsan çok paraya ihtiyacın var. Su sadece 0,50 ₪.
Jack can't afford to buy a new bicycle.
- Jack'in yeni bir bisiklet satın almak için parası yok.
My jacket has a secret pocket where I can hide money or other valuables.
- Ceketimin para veya başka şeyler saklayabileceğim gizli bir cebi var.
Green is the color of money.
- Yeşil, paranın rengidir.
The 5 yen coin is made from brass and the 10 yen coin is made from bronze.
- 5 yen bozuk para pirinçten yapılır ve 10 yen bozuk para bronzdan yapılır.
The five yuan coins are brass, and the ten yuan coins are made out of bronze.
- Beş yuan paralar pirinç, ve on yuan paralar bronz dışında yapılır.
Tom stole some money from his mother's purse.
- Tom annesinin çantasından biraz para çaldı.
He has swords and purse.
- Onun kılıçları ve parası var.
Tom caught Mary stealing his money from the cash register.
- Tom Mary'yi yazarkasadan parasını çalarken yakaladı.
Many people use cash machines to withdraw money.
- Pek çok insan para çekmek için nakit para çekme makineleri kullanıyor.
A nickel is a five-cent coin.
- Bir nikel beş kuruş değerinde bozuk paradır.
Time is the coin of your life. You spend it. Do not allow others to spend it for you.
- Zaman hayatınızın parasıdır. Onu harcayın. Başkalarının sizin için harcamasına izin vermeyin.
Mr. Morita started a business by using borrowed money as capital.
- Bay Morita sermaye olarak borç para kullanarak bir işe başladı.
You worship money because you believe in capitalism.
- Kapitalizme inandığın için paraya tapıyorsun.
Jane went to the bank to take out some money.
- Jane biraz para çekmek için bankaya gitti.
It takes a lot of money to keep up such a big house.
- Böylesine büyük bir evi geçindirmek için çok para gerekir.
If I had been rich, I would have given you some money.
- Zengin olsaydım, ben sana biraz para verirdim.
He is rolling in riches.
- O para içinde yüzüyor.
In several European countries, the current currency is the euro. Its symbol is €. One euro is worth about two Turkish lira.
- Birtakım Avrupa ülkelerinde geçerli para birimi avrodur. Simgesi € şeklindedir. Bir avro yaklaşık iki Türk lirası değerindedir.
The former Italian currency was the lira and its symbol was ₤. It's not related to the Turkish lira.
- Daha önceki İtalyan para birimi liradır.ve onun sembolü £ dır.O Türk lirasıyla ilgili değildir.
He worked very hard to earn a lot of money.
- Çok para kazanmak için çok çalıştı.
America is a lovely place to be, if you are here to earn money.
- Eğer para kazanmak için buradaysan, Amerika bulunmak için hoş bir yer.
Please write the answer on this piece of paper.
- Lütfen cevabı bu kâğıt parçasına yazın.
I bought three pieces of furniture.
- Ben üç parça mobilya satın aldım.
Mother divided the cake into three parts.
- Anne pastayı üç parçaya böldü.
Death is an integral part of life.
- Ölüm hayatın tamamlayıcı bir parçasıdır.
Tom said he couldn't loan any money to Mary.
- Tom Mary'ye herhangi bir ödünç para veremediğini söyledi.
I loaned Tom some money.
- Ben Tom'a biraz ödünç para verdim.
I'd like to withdraw some money.
- Biraz para çekmek istiyorum.
Many people use cash machines to withdraw money.
- Pek çok insan para çekmek için nakit para çekme makineleri kullanıyor.
Ken was fined 7,000 yen for speeding.
- Ken hızdan dolayı 7.000 yen para cezasına çarptırıldı.
The court ordered her to pay the fine.
- Mahkeme ona para cezasını ödemesini emretti.
I'd like to get a refund.
- Para iadesi istiyorum.
Please send me a refund.
- Lütfen bana bir para iadesi yapın.
Tom is running short of funds.
- Tom para kaynağını tüketiyor.
We exhausted our funds.
- Biz para kaynağını tükettik.
I want to deposit some money.
- Biraz para yatırmak istiyorum.
Sir, I would like to deposit my money. How do I do that?
- Beyefendi, ben para yatırmak istiyorum. Bunu nasıl yaparım?
Making bank deposits just got easier.
Make deposits quickly and easily.
Tom hasn't changed a bit since college.
- Tom üniversiteden beri bir parça değişmedi.
When I was a kid, touching bugs didn't bother me a bit. Now I can hardly stand looking at pictures of them.
- Ben bir çocukken, böceklere dokunmak beni bir parça rahatsız etmezdi. Şimdi neredeyse onların resimlerine bakmaya katlanamıyorum.
Fragments of the mirror were scattered on the floor.
- Ayna parçaları zemin üzerinde dağıldı.
He tried to put the fragments of a broken vase together.
- O, kırık bir vazonun parçalarını bir araya getirmeye çalıştı.
Tom probably doesn't want to spend that much money.
- Tom muhtemelen o kadar para harcamak istemez.
Does spending money make you happy?
- Para harcamak seni mutlu eder mi?
The following passage is a quotation from a well-known fable.
- Aşağıdaki parça iyi bilinen bir fabldan bir alıntıdır.
Read this passage and translate it into Japanese.
- Bu parçayı okuyup Japonca'ya çevir.
He instantly regretted taking apart the laptop after realizing how many complex components there were inside.
- İçinde ne kadar karmaşık parçalar olduğunu farkettikten sonra dizüstünü söktüğüne anında pişman oldu.
He worked hard to save up some money.
- O biraz para biriktirmek için çok çalıştı.
She's worked hard to save up money.
- Para biriktirmek için sıkı çalıştı.
Tom cut his sister a piece of cake.
- Tom kız kardeşine bir parça kek kesti.
She shared her piece of cake with me.
- O, kek parçasını benimle paylaştı.
He gave him a lump of silver as big as his head.
- Ona kafası kadar büyük gümüş bir parça verdi.
Then little Gerda wept hot tears, which fell on his breast, and penetrated into his heart, and thawed the lump of ice, and washed away the little piece of glass which had stuck there.
- Sonra küçük Gerda, onun göğsüne dökülen, oradan kalbine nüfuz edip, buz kalıbını eriten ve orada saplanmış olan küçük cam parçasını alıp götüren sıcacık gözyaşlarını döktü.
I'd like a large portion, please.
- Lütfen, büyük bir parça istiyorum.
Tom asked for Mary's address and wrote it down on a piece of scrap paper.
- Tom Mary adresini istedi ve onu bir parça kâğıt üzerine not etti.
I wrote down his phone number on a scrap of paper.
- Onun telefon numarasını bir kâğıt parçasına yazdım.
Your item will be shipped as soon as possible.
- Parçanız en kısa sürede gönderilecektir.
These fragile items must be insured against all risks.
- Kırılabilir bu parçalar bütün risklere karşı sigortalanmalıdır.
The dough broke up when Tom tried to stretch it.
- Tom onu germeye çalıştığında hamur parçalandı.
And the servant came and chopped the Tree into little pieces.
- Uşak geldi ve ağacı küçük parçalara ayırdı.
Before forks and chopsticks, people usually ate food with a piece of flat bread.
- Çatal ve çubuklardan önce, insanlar genellikle düz bir parça ekmek ile yemek yerdi.
There is a limit of two pieces of luggage for each passenger.
- Her yolcu için iki parça bagaj limiti vardır.
Read this passage and translate it into Japanese.
- Bu parçayı okuyup Japonca'ya çevir.
Would you slice me a piece of ham, please?
- Bana bir parça jambon dilimler misin?
Mother divided the cake into three parts.
- Annem pastayı üç parçaya böldü.
Tom divided the pie into three equal parts.
- Tom pastayı üç eşit parçaya böldü.
Did you listen to her new song?
- Onun yeni parçasını dinledin mi?
The Higgs boson has been called the God particle.
- Higgs bozonu, Tanrı parçacığı olarak adlandırıldı.
Gravity is a force of attraction that exists between any two masses, any two bodies, or any two particles.
- Yer çekimi herhangi iki kütle, herhangi iki organ ya da herhangi iki parçacık arasında olan bir çekim kuvvetidir.
Cutting a cake into equal pieces is rather difficult.
- Bir pastayı eşit parçalara ayırma oldukça zordur.
Give me two pieces of chalk.
- Bana iki parça tebeşir ver.
On the plate was a piece of chicken, a potato and some green peas.
- Tabakta bir parça piliç, bir patates ve biraz yeşil bezelye vardı.
His goal is not to earn money.
- Onun amacı para kazanmak değil.
If you want to earn money, America is the best.
- Para kazanmak istiyorsan, Amerika en iyisi.
It is not wise to put your money on a horse.
- Bir at üzerinde para yatırmak akıllıca değil.
Nouns, pronouns, verbs, adjectives, adverbs, articles, prepositions, conjunctions, and interjections are the parts of speech in English.
- İsimler, zamirler, fiiller, sıfatlar, zarflar, makaleler, edatlar, bağlaçlar, ve ünlemler İngilizcede konuşma parçalarıdır.
Tom cut his sister a piece of cake.
- Tom kız kardeşine bir parça kek kesti.
Tom cut his finger on a piece of glass.
- Tom bir cam parçası ile parmağını kesti.
It's clear Tom doesn't have an ounce of humanity.
- Tom'un bir parça insanlığının olmadığı açık.
The Shetland Islands are part of the United Kingdom.
- Shetland Adaları Birleşik Krallığın bir parçasıdır.
The United States was once part of the British Empire.
- Amerika Birleşik Devletleri bir zamanlar İngiliz İmparatorluğu'nun bir parçasıydı.
Can you break an apple in half with your bare hands?
- Çıplak ellerinle bir elmayı parçalayabilir misin?
I can rip you apart with my bare hands.
- Seni çıplak ellerimle parçalayabilirim.
The following passage is a quotation from a well-known fable.
- Aşağıdaki parça iyi bilinen bir fabldan bir alıntıdır.
This is my favorite track on the entire disc.
- Bu, bütün diskteki favori parçam.
I found the track of the tire.
- Lastik parçasını buldum.
A pick is a long handled tool used for breaking up hard ground surfaces.
- Bir kazma sert zemin yüzeyleri parçalamak için kullanılan uzun saplı bir araçtır.
I fixed the flashlight using a small tool.
- Ben küçük bir parça kullanarak el fenerini onardım.
We work to earn money.
- Para kazanmak için çalışırız.
They wanted to earn money.
- Onlar para kazanmak istiyorlardı.
He has only one aim in life, to make money.
- Hayatında bir amacı var, para kazanmak.
It's an easy way to make money.
- Para kazanmak için kolay bir yol.