Soccer is an old game.
- Futbol eski bir oyundur.
If the metal plate terminal of the game cassette is dirty it may be difficult for the game to start when the cassette is inserted into the game console.
- Eğer oyun kasetinin metal plaka terminali pis ise oyun konsoluna kaset yerleştirildiğinde oyunun başlaması zor olabilir.
Daddy, may I go out and play?
- Baba, dışarıya çıkıp oyun oynayabilir miyim?
The baby is playing with some toys.
- Bebek bazı oyuncaklar ile oynuyor.
Has the performance started yet?
- Oyun henüz başladı mı?
The coach had a one-on-one discussion with each player to evaluate his performance on the field.
- Koç'un onun saha performansını değerlendirmek için her oyuncuyla bire bir görüşmesi vardı.
The actor was on the stage for most of the play.
- Aktör oyunun büyük bölümünde sahnedeydi.
I don't think he's a great actor.
- Ben onun büyük bir oyuncu olduğunu düşünmüyorum.
I believe it's all a hoax.
- Bunun hepsinin bir oyun olduğuna inanıyorum.
Mike played a bad trick on his brother.
- Mike erkek kardeşine kötü bir oyun oynadı.
It is no use trying to play a trick on me.
- Bana oyun oynamaya çalışmanızın faydası yok.
Tom got an acting job in Hollywood.
- Tom Hollywood'ta bir oyunculuk işi aldı.
Jane has been acting in movies since she was eleven.
- Jane on bir yaşından beri filmlerde oyunculuk yapıyor.
Whenever you visit him, you will find him playing video games.
- Onu her ziyaret edişinizde, onu video oyunları oynarken bulacaksınız.
Just then, the workers in the park brought over some small playing cards.
- Tam o sırada parktaki işçiler bazı küçük oyun kartları getirdiler.
Climbing that mountain was a piece of cake.
- O dağa tırmanmak çok oyuncağıydı.
The toy seller was very friendly.
- Oyuncak satıcısı çok samimiydi.
That toy is selling like hot cakes.
- O oyuncak çok satılıyor.
Stop playing pranks on me!
- Bana oyun oynamayı kes!
I'll show you how this game is played.
- Bu oyunun nasıl oynandığını sana göstereceğim.
He showed me the manuscript of his new play.
- O, yeni oyununun el yazmasını bana gösterdi.
He knows many folk dances.
- O birçok halk oyunu biliyor.
I enjoy playing doubles with Tom.
- Tom'la teniste çiftli oyun oynamaktan hoşlanıyorum.
Tom hurt his left knee during practice, so John had to play the game in his place.
- Tom uygulama sırasında sol dizini incitti, bu yüzden John oyunu yerinde oynamak zorunda kaldı.