Определение oyun в Турецкий язык Английский Язык словарь
- {i} game
These games are listed under the adult category.
- Bu oyunlar yetişkin kategorisi altında listelenmiş.
Football is an old game.
- Futbol eski bir oyundur.
- play
Daddy, may I go out and play?
- Baba, dışarıya çıkıp oyun oynayabilir miyim?
The playground is divided into three areas by white lines.
- Oyun alanı, beyaz çizgiler tarafından üçe bölünmüş.
- performance
Would you like to see a live performance of a play with me Saturday?
- Cumartesi günü benimle bir oyunun canlı performansını görmek ister misin?
The audience acclaimed the actors for their performance.
- Seyirci, performansları için oyuncuları alkışladı.
- hoax
I believe it's all a hoax.
- Bunun hepsinin bir oyun olduğuna inanıyorum.
- stage play
- trick
Mike played a bad trick on his brother.
- Mike erkek kardeşine kötü bir oyun oynadı.
She would often play tricks on me.
- Sık sık bana oyunlar oynardı.
- acting
His acting left nothing to be desired.
- Onun oyunculuğu mükemmeldi.
Jane has been acting in films since she was eleven.
- On bir yaşından beri, Jane filmlerde oyunculuk yapıyor.
- canard
- act
The actor was on the stage for most of the play.
- Aktör oyunun büyük bölümünde sahnedeydi.
Her acting is on the level of a professional.
- Onun oyunculuğu profesyonel düzeydedir.
- pretense
- playing
When I was playing video games in the living room, Mother asked me if I would go shopping with her.
- Oturma odasında video oyunları oynarken annem bana onunla birlikte alışverişe gidip gitmeyeceğimi sordu.
Whenever you visit him, you will find him playing video games.
- Onu her ziyaret edişinizde, onu video oyunları oynarken bulacaksınız.
- piece
Climbing that mountain was a piece of cake.
- O dağa tırmanmak çok oyuncağıydı.
- representment
- wiles
- jeu (fr)
- presentation
- intrigue
- dalliances
- sham
- representation
- device
- wheeze
- sport
- presentment
- dance, folk dance
- play, theatrical presentation
- spectacle
- dance
He knows many folk dances.
- O birçok halk oyunu biliyor.
- trick, ruse
- frolic
- game; play, performance; drama; dance; trick, ruse, game, hoax, prank
- wrestling a movement designed to throw one's opponent off guard
- sell
The toy seller was very friendly.
- Oyuncak satıcısı çok samimiydi.
That toy is selling like hot cakes.
- O oyuncak çok satılıyor.
- prank
Stop playing pranks on me!
- Bana oyun oynamayı kes!
- ruse
- artifice
- show
A friend of mine showed me all the dolls he had bought abroad.
- Arkadaşlarımdan biri yurt dışında aldığı bütün oyuncak bebekleri bana gösterdi.
Do you like game shows?
- Oyun programlarından hoşlanıyor musun?
- dodge
- gameplay
- playgrounds
- gamers
- diversion
- (Askeri) gaming
- gull
- stratsgem
- pelota
- rounders
- chouse
- double
I enjoy playing doubles with Tom.
- Tom'la teniste çiftli oyun oynamaktan hoşlanıyorum.
- gouge
- flimflam
- ludo
- practice
Tom hurt his left knee during practice, so John had to play the game in his place.
- Tom uygulama sırasında sol dizini incitti, bu yüzden John oyunu yerinde oynamak zorunda kaldı.
- cheat
- gambol
- stratagem
- dalliance
- oyun alanı
- playground
- oyun bitti
- (Bilgisayar) game over
It was game over for Fadil.
- Fadıl için oyun bitti.
- oyun yazarı
- playwright
Prince Hamlet wasn't a playwright.
- Prens Hamlet bir oyun yazarı değildi.
A student visited the house of the great playwright.
- Bir öğrenci büyük oyun yazarının evini ziyaret etti.
- oyun etmek
- play a trick
- oyun etmek
- deceive
- oyun kâğıdı
- card
- oyun zarı
- die
- oyun alanları
- playgrounds
- oyun alanı
- (Spor) game zone
- oyun alanı
- (Spor) diamond
- oyun alanı
- playfield
- oyun almak
- win a game
- oyun bahçesi
- (Eğitim) playgrounds
- oyun bitti
- the game is up
- oyun bozan
- wet blanket
- oyun bozmak
- spoil the game
- oyun hamuru
- silly putty
- oyun hileleri
- game tricks
- oyun kağıdı
- playing cards
- oyun kağıdı
- playing card
- oyun kitabı
- (Muzik) playbook
- oyun kuramı
- theory of games
- oyun kuramı
- (Bilgisayar,İstatistik,Matematik,Politika, Siyaset) game theory
- oyun kurma
- (Spor) set
- oyun kurucu
- (Spor) point guard
- oyun kurucu
- (Spor) play maker
- oyun kurucu
- (Spor) setter
- oyun modu
- (Bilgisayar) game mode
- oyun odası
- game room
- oyun odası
- recreation room
- oyun oynamak
- (Konuşma Dili) take someone for a ride
- oyun sahası
- play area
- oyun salonu
- amusement arcade
- oyun salonu
- (Turizm) gambling hall
- oyun salonu
- game arcade
- oyun tablası
- (Bilgisayar) game pad
- oyun tablası
- (Bilgisayar) gamepad
- oyun tableti
- (Bilgisayar) game pad
- oyun vermek
- lose a game
- oyun yazarı
- scriptwriter
- oyun yazarı
- (Sinema) screenwriter
- oyun yeri
- playground
- oyun yüzeyi
- (Bilgisayar) game pad
- oyun zarı
- dice
- oyun çubuğu
- (Bilgisayar) joystick
- oyun konsolu
- (Oyunlar) Game console
- oyun kurucu
- pivot
- oyun masası
- green cloth
- oyun oynama
- GAMING
- oyun oynamak
- Serve a trick
- oyun oynamak
- Play a game
Do you guys want to play a game?
- Sizler bir oyun oynamak istiyor musunuz?
Do you want to play a game?
- Bir oyun oynamak ister misiniz?
- oyun çizelgesi
- rep
- oyun alanı
- sportsfield
- oyun alanı
- playing field
Tatoeba is an interesting playing field for smartasses.
- Tatoeba ukalalar için ilgi çekici bir oyun alanıdır.
- oyun alanı
- court
- oyun almak
- to win a game
- oyun arkadaşı
- playfellow
- oyun arkadaşı
- playmate
The boy doesn't have very many playmates.
- Çocuğun çok oyun arkadaşı yok.
- oyun arkadaşı
- playfellow, playmate
- oyun arsası
- playlot
- oyun başlıyor
- the jig is up
- oyun bozmak
- to spoil the game
- oyun danışmanı
- script editor
- oyun dili
- game language
- oyun dışı bırakma
- disqualification
- oyun dışı etmek
- (kriket) catch out
- oyun dışı kalmamak
- (kriket) carry the bat
- oyun ebesi the
- person who is "it" in a game
- oyun ekipmanı
- game equipment
- oyun elbisesi
- playsuit
- oyun etmek
- hoax
- oyun etmek
- hocus
- oyun etmek
- (kötü) pull a fast one
- oyun etmek
- play a trick on smb
- oyun etmek
- trick
- oyun etmek
- play a trick on somebody
- oyun etmek
- play somebody a trick
- oyun etmek
- play smb. a trick
- oyun etmek
- to play a trick on sb, to play a prank on sb, to play a joke on sb
- oyun etmek
- play a prank on somebody
- oyun etmek
- play a joke on somebody
- oyun etmek
- palter
- oyun etmek/oynamak/yapmak
- to play a trick on, pull a fast one on, hoodwink, dupe
- oyun evi
- playhouse
- oyun fişi
- token
- oyun haline getirmek
- dramatize
- oyun havası
- belly dance music
- oyun havası tune
- (which accompanies a folk dance)
- oyun havuzu
- paddling pool
- oyun kaçta başlayacak
- When does the game begin
- oyun kuralları
- gaming rules
- oyun kâğıdı
- card, playing card(s)
- oyun kâğıdı
- (a) playing card
- oyun kâğıtları
- playing cards
- oyun lehçesi
- (Dilbilim) dramatic dialect
- oyun listesi
- repertoire
- oyun listesi
- repertory
- oyun makineleri var mı
- Is there slots
- oyun masası
- card table
- oyun masası
- play table
- oyun odası
- day nursery
- oyun oynama
- gambol
- oyun oynamak
- play smb. foul
- oyun programı
- playbill
- oyun salonu
- card room
- oyun salonu
- rumpus room
- oyun salonu
- poolroom
- oyun sesleri
- (Bilgisayar) game sounds
- oyun seti
- play set
- oyun seti rica ediyorum
- I would like a play set
- oyun seç
- (Bilgisayar) select game
- oyun sonu
- end game
- oyun sırası gelmek
- be at the bat
- oyun sırığı
- caber
- oyun taşı
- man
- oyun tesisi
- (Turizm) game facility
- oyun tulumu
- rompers
- oyun vermek
- 1. to put on a theatrical production, put on a play. 2. to lose a game
- oyun vermek
- to lose a game
- oyun yanmak
- (for a game) to be spoilt
- oyun yapmak
- play smb. a trick
- oyun yapmak
- play a trick on smb
- oyun yapmak
- play pranks on smb
- oyun yazarı
- dramatist
The dramatist resides now in New York.
- Oyun yazarı şimdi New York'ta oturuyor.
- oyun yazarı
- dramaturgist
- oyun yazarı
- dramatist, playwright, scriptwriter
- oyun zamanı
- playtime
- oyun zamanı
- period of play
- oyun zarları
- ivories
- oyun çıkarmak
- (for an acting troupe) to put on a performance; (for a team) to play a game
- oyun şovları
- game shows
- oyun
- (Felsefe) play
- berabere biten oyun
- draw
- heyecanlı oyun
- thriller
- (oyun) briç
- bridge
- adam seçmek (oyun için)
- pick up
- iyi oyun
- (Bilgisayar) good game
- tenis benzeri bir oyun
- (Spor) badminton
- yeni oyun
- (Bilgisayar) new game
- oyun oynamak
- play tricks on
- oyun oynamak
- play up
- oyun oynamak
- blow hot and cold about
- oyun oynamak
- play a joke on sb
- Oyun kurucu
- game maker
- gizli hile, oyun
- secret trick, game
- güreşte bir oyun
- wrestling game
- kibrit çöpleriyle oynanan bir oyun
- A game played with matches, garbage
- oyun bitti
- gig is up
- oyun hamuru
- play dough
- oyunlar
- games
They want to participate in the Olympic Games.
- Onlar Olimpiyat Oyunları'na katılmak istiyorlar.
I love watching soccer games.
- Futbol oyunlarını izlemeyi severim.
- pastoral oyun
- pastoral play
- çocuk oyun alanı
- children's play area
- Geliştirilmiş Deniz Harp Oyun Sistemi
- (Askeri) Enhanced Naval Warfare Gaming System
- açık hava tiyatrosunda sergilenen oyun
- outdoor performance
- baştakinin hareketlerinin taklit edildiği oyun
- follow my leader
- beraberliği bozacak oyun
- play off
- beysbol oyun alanı
- diamond
- bezik benzeri bir oyun
- pinochle
- bezik benzeri bir oyun
- pinocle
- bilardo benzeri bir oyun
- bagatelle
- canlı oyun
- legit
- daire şeklinde oyun
- ring around rosy
- dama benzeri bir oyun
- ludo