He can finish ten boxes of corn flakes in one sitting.
- O, bir oturuşta on kutu mısır gevreğini bitirebilir.
He was sitting with his arms folded.
- Kolunu katlamış oturuyordu.
The girl sitting at the piano is my daughter.
- Piyanoda oturan kız benim kızımdır.
The paint on the seat on which you are sitting is still wet.
- Oturduğun yerdeki boya hâlâ yaştır.
Can I sit beside you?
- Senin yanına oturabilir miyim?
Do you want to sit down?
- Oturmak istiyor musunuz?
All you have to do is sit down here and answer the doctor's questions.
- Tüm yapmanız gereken, burada oturmak ve doktorun sorularını cevaplamak.
Tom Skeleton, the ancient stage doorkeeper, sat in his battered armchair, listening as the actors came up the stone stairs from their dressing rooms.
- Tarihi sahne kapıcısı, Tom Skeleton, eskimiş koltuğunda oturdu, aktörlerin soyunma odalarından taş merdivenlerden yukarı gelirken dinledi.
We live in the vicinity of the school.
- Okula yakın oturuyoruz.
Do you live in this building?
- Bu binada mı oturuyorsun?
Tom currently resides in Boston.
- Tom şu anda Boston'da oturuyor.
I do not need a residense permit because I am from Iceland.
- Oturma iznine ihtiyacım yok, çünkü ben İzlandalıyım.
Would you like to be seated?
- Oturmak ister misiniz?
Tom motioned them to be seated.
- Tom oturmaları için onlara işaret etti.
He sat in the front so as to be able to hear.
- İşitebilmek için önde oturdu.
The two lovers sat face to face, drinking tea.
- İki âşık çay içerek yüz yüze oturdular.
bence daha da şey çğrenin ben daha 4. sınfa gidiom ve daha bilgiliyim.