oturtulmuş

listen to the pronunciation of oturtulmuş
Турецкий язык - Английский Язык
fitted
A fitted piece of clothing is designed so that it is the same size and shape as your body rather than being loose. baggy trousers with fitted jackets
A fitted carpet is cut to the same shape as a room so that it covers the floor completely. fitted carpets, central heating and double glazing
past participle of to fit (to tailor, change size)
{s} adapted, adjusted; made to conform; suited; installed; equipped
past tense of to fit (to tailor, change size)
A fitted piece of furniture, for example a cupboard, is designed to fill a particular space and is fixed in place. I've re-carpeted our bedroom and added fitted wardrobes
A fitted sheet has the corners sewn so that they fit over the corners of the mattress and do not have to be folded
otur
{f} sitting

The paint on the seat on which you are sitting is still wet. - Oturduğun koltuktaki boya hâlâ ıslak.

He was sitting with his arms folded. - Kolunu katlamış oturuyordu.

otur
have a seat
otur
sit

Can I sit beside you? - Senin yanına oturabilir miyim?

Where do you want to sit? - Nerede oturmak istiyorsun?

otur
{f} sit down

All you have to do is sit down here and answer the doctor's questions. - Tüm yapmanız gereken, burada oturmak ve doktorun sorularını cevaplamak.

Tom and Mary were about to sit down for dinner when John knocked on the door. - John kapıyı çaldığında Tom ve Mary akşam yemeği için oturmak üzerelerdi.

otur
rooms

Tom Skeleton, the ancient stage doorkeeper, sat in his battered armchair, listening as the actors came up the stone stairs from their dressing rooms. - Tarihi sahne kapıcısı, Tom Skeleton, eskimiş koltuğunda oturdu, aktörlerin soyunma odalarından taş merdivenlerden yukarı gelirken dinledi.

otur
dwelt
otur
taken a seat
otur
take a seat
otur
{f} abode
otur
{f} dwelling
otur
took a seat
otur
live in

We live in the vicinity of the school. - Okula yakın oturuyoruz.

Those who live in houses made of glass mustn't throw stones at the houses of other people. - Camdan evlerde oturanlar başkalarının evlerine taş atmamalıdır.

otur
reside

More than half the residents are opposed to the plan. - Oturanların yarısından fazlası plana karşı çıkıyor.

I do not need a residense permit because I am from Iceland. - Oturma iznine ihtiyacım yok, çünkü ben İzlandalıyım.

otur
{f} dwell
otur
be seated

Would you like to be seated? - Oturmak ister misiniz?

Tom motioned them to be seated. - Tom oturmaları için onlara işaret etti.

otur
sat

An old man sat next to me on the bus. - Yaşlı bir adam otobüste yanıma oturdu.

The two lovers sat face to face, drinking tea. - İki âşık çay içerek yüz yüze oturdular.

otur
sit-down

bence daha da şey çğrenin ben daha 4. sınfa gidiom ve daha bilgiliyim.

otur
abided
tahta oturtulmuş
enthroned
Турецкий язык - Турецкий язык

Определение oturtulmuş в Турецкий язык Турецкий язык словарь

otur
Artvin yöresinde yetiştirilen bir zeytin cinsi
oturtulmuş
Избранное