Определение oturmak в Турецкий язык Английский Язык словарь
- sit
All you have to do is sit down here and answer the doctor's questions.
- Tüm yapmanız gereken, burada oturmak ve doktorun sorularını cevaplamak.
I told you we should've gotten here earlier. Now there aren't any places left to sit.
- Sana buraya daha erken gelmemiz gerektiğini söyledim. Şimdi oturmak için hiç yer kalmadı.
- sit down
All you have to do is sit down here and answer the doctor's questions.
- Tüm yapmanız gereken, burada oturmak ve doktorun sorularını cevaplamak.
Do you want to sit down?
- Oturmak istiyor musunuz?
- fit
- occupy
- reside
She resides in New York.
- O, New York'ta oturmaktadır.
- to sit; to sit down; to squat; to live, to reside, to inhabit, to occupy, to dwell; to fit well; (bina) to settle, to sink
- live in
- dwell
- populate
- squat
- rest
All we want to do is sit down and rest.
- Bütün yapmak istediğimiz oturmak ve dinlenmek.
In the U.S., you have the option, when you enter a restaurant, to sit in the smoking or non-smoking section.
- ABD'de bir restorana girerken seçeneğin vardır, sigara içilen ya da sigara içilmeyen yerde oturmak.
- flow
- sink
- (Havacılık) established
- sitting
My legs ache from sitting on tatami.
- Minderde oturmaktan bacaklarım ağrıyor.
I have a sore back from sitting in front of the computer too many hours.
- Saatlerce bilgisayarın önünde oturmaktan sırtım ağrıyor.
- fit well
- subside
- abide
- bide
- locate
- perch
- lodge
- settle
- to sit down (on), sit (upon)
- set
- (lâf) fall
- indwell
- sit on
Would you like to sit on my knee?
- Benim dizimin üzerinde oturmak ister misin?
This chair is really comfortable to sit on.
- Bu sandalye oturmak için gerçekten rahat.
- seat oneself
- (for something) to catch on, take root, become popular, be accepted
- (for a ship) to run aground. oturduğu dalı kesmek to cut off the very branch one is sitting on, cut the ground from under one's own feet. oturmaya gitmek to go to see (someone), go to visit (someone). oturup kalkmak to act on, follow (someone's advice)
- be seated
Would you like to be seated?
- Oturmak ister misiniz?
- stable
- dwell in
- (for something) to fit on (something); /üstüne/ (for a garment) to fit (someone)
- tenant
- (for a building, wall, pavement, earth) to settle, subside; (for particles suspended in a liquid) to settle
- sit oneself
- (Konuşma Dili) to cost: Bana pahalıya oturdu. It cost me a lot
- room
I really don't want to sit in that room.
- O odada gerçekten oturmak istemiyorum.
- (for someone) to take up (a post, an appointment): Bakan makamına oturdu. The minister has taken up his post
- live
He is looking for a place to live.
- Oturmak için bir yer arıyor.
This is where Fadil wanted to live.
- Burası Fadıl'ın oturmak istediği yerdir.
- park oneself
- inhabit
- take a seat
I would like to take a seat over there.
- Ben orada oturmak istiyorum.
- hang out
- to live or dwell in (a place); to live with (someone)
- gear
- take a chair
- settle down
- (deyim) have a sit down
- slumping
- oturma
- sitting
It can't be good sitting in the sun all day.
- Bütün gün güneşte oturma iyi olamaz.
Tom didn't feel like sitting for two hours in a movie theater.
- Tom'un canı bir tiyatro koltuğunda iki saat oturmak istemiyordu.
- oturmak laf
- fall
- oturmak (sandalye vb)
- have a seat
- oturma
- {i} stay
In this kind of weather, it's best to stay home and not go outside.
- Bu havada dışarı çıkmayıp evde oturmak en doğrusu.
You must not stay up late.
- Gece geç saatlere kadar oturmamalısın.
- oturma
- {i} fit
I gave away the table because it does not fit in the living room.
- Oturma odasına uymadığı için masayı hediye olarak verdim.
I once managed to fit seven people in my car.
- Bir keresinde yedi kişi benim arabama oturmayı başardı.
- karaya oturmak
- run aground
- otur
- {f} sitting
Two children are sitting on the fence.
- İki çocuk çitin üzerinde oturuyorlar.
The paint on the seat on which you are sitting is still wet.
- Oturduğun koltuktaki boya hâlâ ıslak.
- daha fazla oturmak
- outsit
- karaya oturmak
- strand
- otur
- have a seat
- otur
- sit
Can I sit beside you?
- Senin yanına oturabilir miyim?
Where do you want to sit?
- Nerede oturmak istiyorsun?
- otur
- {f} sit down
Tom asked Mary to sit down for a while.
- Tom Mary'nin bir süre oturmasını rica etti.
An Englishman, a Belgian and a Dutchman enter a pub and sit down at the counter. Says the barkeeper, Wait a minute, is this a joke or what?
- İngiliz, Belçikalı ve Hollandalı bir meyhaneye girer ve tezgahta otururlar. Barmen söyler, Bir dakika bekleyin, bu bir şaka mı ne?
- oturma
- {i} sit down
Do you want to sit down?
- Oturmak istiyor musunuz?
Tom asked Mary to sit down for a while.
- Tom Mary'nin bir süre oturmasını rica etti.
- otur
- rooms
Tom Skeleton, the ancient stage doorkeeper, sat in his battered armchair, listening as the actors came up the stone stairs from their dressing rooms.
- Tarihi sahne kapıcısı, Tom Skeleton, eskimiş koltuğunda oturdu, aktörlerin soyunma odalarından taş merdivenlerden yukarı gelirken dinledi.
- oturma
- {i} living
This house is nearby, it has two bedrooms and a living room, and the decoration isn't bad; it's 1500 a month.
- Bu ev yakında, iki yatak odası ve bir oturma odası var, ve dekorasyonu kötü değil; ayda 1500.
When I was playing video games in the living room, Mother asked me if I would go shopping with her.
- Oturma odasında video oyunları oynarken annem bana onunla birlikte alışverişe gidip gitmeyeceğimi sordu.
- -de oturmak
- dwell in
- -de oturmak
- occupy
- diken üstünde oturmak
- be on tenterhooks
- nikah masasına oturmak
- wed
- nikah masasına oturmak
- marry
- oturma
- abode
- oturma
- subsidence
- oturma
- (İnşaat) settle
- oturma
- (Çevre) consolidation
- rahat bir şekilde oturmak
- settle down
- yerine oturmak
- sit down
- yerli yerine oturmak
- (deyim) fall into place
- otur
- dwelt
- otur
- taken a seat
- otur
- take a seat
- otur
- {f} abode
- otur
- {f} dwelling
- otur
- took a seat
- otur
- live in
Those who live in houses made of glass mustn't throw stones at the houses of other people.
- Camdan evlerde oturanlar başkalarının evlerine taş atmamalıdır.
Do you live in this building?
- Bu binada mı oturuyorsun?
- otur
- reside
The village had more than a thousand residents.
- Köyün binden daha fazla oturanı vardı.
Tom currently resides in Boston.
- Tom şu anda Boston'da oturuyor.
- otur
- {f} dwell
- otur
- be seated
Please be seated, ladies and gentlemen.
- Lütfen oturun, hanımefendiler ve beyefendiler.
Would you like to be seated?
- Oturmak ister misiniz?
- otur
- sat
An old man sat next to me on the bus.
- Yaşlı bir adam otobüste yanıma oturdu.
The two lovers sat face to face, drinking tea.
- İki âşık çay içerek yüz yüze oturdular.
- oturma
- settling
- oturma
- kathiasis
- oturma
- {i} dwell
- oturma
- {i} sojourn
- oturma
- habitation
- cuk diye oturmak
- (deyim) Fit/fill the bill
- cuk oturmak
- (deyim) Fit/fill the bill
- masaya oturmak
- Take your seat
- otur
- sit-down
bence daha da şey çğrenin ben daha 4. sınfa gidiom ve daha bilgiliyim.
- çöküp oturmak
- To sit down
- ata biner gibi oturmak
- stride
- ata biner gibi oturmak
- straddle
- ata iyi oturmak
- keep one's seat
- ata iyi oturmak
- be a good seat on a horse
- ağır ağır oturmak
- plonk oneself down
- ağır oturmak
- to behave with dignity
- bağdaş kurup oturmak
- squat down
- bedava oturmak
- have free quarters
- birlikte oturmak
- stay with
- birlikte oturmak
- room together
- boş boş oturmak
- twiddle one's thumbs
- boş oturmak
- a) to be unemployed b) to have no work to do
- boş oturmak
- 1. to be without a job, be unemployed. 2. not to have work to do, be without work
- dibe oturmak
- settle
- dik oturmak
- sit up
Tom struggled to sit up.
- Tom dik oturmak için çabaladı.
- diken üstünde oturmak
- to be on tender hooks
- diken üstünde oturmak
- sit on thorns
- diken üstünde oturmak/olmak
- to be on tenterhooks
- diz dize oturmak
- to sit close together
- doğru oturmak
- to sit still, sit properly
- doğrularak oturmak
- sit up
- dışarıda oturmak
- sit out
I don't like to sit outside.
- Ben dışarıda oturmaktan hoşlanmıyorum.
- evde oturmak
- keep within doors
- evde oturmak
- stay at home
- evde rahatsız bir biçimde oturmak
- picnic
- eğreti oturmak
- to sit on the edge of something (as if about to get up)
- eğri oturmak
- slouch along
- fermaya oturmak
- to come to a point, to make a point
- gemisi şapa oturmak
- to undergo irreparable loss in business
- geri oturmak
- reseat
- guguk gibi kalmak/oturmak
- to live alone, be alone
- göt üstü oturmak
- to be left speechless in a dispute
- hokka gibi oturmak
- (for an article of clothing) to fit (someone) perfectly, be a perfect fit
- igne üstünde oturmak
- to be on tenterhooks
- içine oturmak
- sting
- iğne üstünde oturmak
- to be on pins and needles, be on tenterhooks
- iğreti oturmak
- to sit on the edge of something (as if about to get up)
- kalıp gibi oturmak
- to fit like a glove, to fit perfectly
- kan oturmak
- to have a subcutaneous hemorrhage
- karaya oturmak
- pile up
- karaya oturmak
- to run ashore, to run aground, to ground, to strand, to be stranded
- karaya oturmak
- be aground
- karaya oturmak
- run ashore
- karaya oturmak
- be stranded
- karaya oturmak
- take ground
- karaya oturmak
- shipwreck
- kira evinde/ ile oturmak
- to live in a rented flat/house
- kira ödemeden oturmak
- have free quarters
- kirada oturmak
- to live in a rented flat/house
- kucakına oturmak
- to sit on (someone's) lap
- kuluçkaya oturmak/yatmak
- (for a hen bird) to start to set or brood; to brood, set, incubate
- külçe gibi oturmak
- to flop down, plop down, plunk oneself down (because of great fatigue)
- kıç üstü oturmak
- (Konuşma Dili) 1. to fall smack on one's rear end. 2. to sit twiddling one's thumbs (having decided to give up a struggle)
- mideye oturmak
- to lie heavy on the stomach
- mideye oturmak
- (for food) to sit heavily on one's stomach
- mideye oturmak
- lie
- misafir gibi oturmak
- 1. to sit stiffly on the edge of one's chair. 2. to act as if a place is only one's temporary home. 3. (for someone) not to turn a hand, not to do any work
- nerede oturmak istersiniz
- Where would you like to sit
- otur
- abided
- oturma
- (ev) occupancy
- oturma
- inhabitation
- oturma
- staying
- oturma
- occupation
- oturma
- residence
He took up residence in Jamaica.
- O Jamaika'da oturma izni aldı.
- oturma
- sitting; habitation, residence; settlement
- pahalıya oturmak
- to cost very much
- pat diye oturmak
- plump
- rayına oturmak
- to stay on the rails
- sağlam oturmak
- sit tight
- sofraya oturmak
- to sit down to a meal
- sonuna kadar oturmak
- sit out
- sıkış tepiş oturmak
- sit sandwich
- sıkışık oturmak
- sit sandwich
- sığa oturmak
- (for a ship) to run aground
- tahta oturmak
- to ascend the throne
- tahta oturmak
- ascend the throne
- tahta çıkmak/geçmek/oturmak
- to ascend the throne
- tam oturmak
- suit smb. to a T
- tam oturmak
- sit
- tam oturmak
- to fit like a glove
- tam yerine oturmak
- click into place
- tandır başında oturmak
- to sit around a tendour
- tekrar oturmak
- reseat
- tembelce oturmak
- loll
- tongaya basmak/düşmek/oturmak
- to be tricked, be conned, be taken in
- tuzluya mal olmak/oturmak/patlamak
- to cost (someone) a bundle
- uslu durmak/oturmak
- to sit still, keep quiet
- uzun oturmak
- colloq . to sprawl, sit with one's legs outstretched
- yayılarak oturmak
- sprawl
- yerine oturmak
- to sit down
- yönetici koltuğuna oturmak
- (deyim) take the chair
- yörüngesine oturmak
- 1. (for a satellite) to go into orbit. 2. (for something) to start to go well
- yüreğine oturmak
- 1. to plunge (someone) into deep sadness. 2. to affect one deeply, work its way into one
- üstüne oturmak
- to appropriate, to pocket
- üstüne oturmak
- appropriate
- üzerine oturmak
- sit on
- şapa oturmak
- to get in a quandary, get in a pickle
- şapa oturmak
- to be up a gum tree