Söylenecek pek fazla şey yok.
- There is not much more to say.
Ben gerçekten pek aşçı değilim.
- I'm really not much of a cook.
Onun başarılı olacağına dair ufak bir umut var.
- There is little hope that he will succeed.
Sana ufak bir hediyem var.
- I have a little present for you.
Sana küçük bir şey getirdim.
- I brought you a little something.
Küçük erkek kardeşim televizyon izliyor.
- My little brother is watching TV.
Kanepede azıcık kestir.
- Take a little nap on the couch.
Kanepede azıcık kestir.
- Take a little nap on the sofa.
Tom Mary'den muhtemelen sadece biraz daha genç.
- Tom is probably just a little younger than Mary.
Tom senin kızından biraz daha genç.
- Tom is a little younger than your daughter.
Karıncaların yaşamını önemsiz sayma.
- Don't think little of the ants' lives.
Ne yazık ki o bu değişiklikleri kabul etmek için biraz fazla dar görüşlüdür.
- Unfortunately he's a little too narrow-minded to accept these changes.
Anne kızlarına hemen hemen hiç bir şey söylemedi.
- The mother said little to the daughters.
Anne oğullarına hemen hemen hiç bir şey söylemedi.
- The mother said little to the sons.
O kadar az zamanım vardı ki öğle yemeğini aceleyle yemek zorunda kaldım.
- I had so little time that I had to eat lunch in a hurry.
Konuşmaya hazırlanmak için çok az zamanım vardı.
- I had little time to prepare the speech.
I'm not much cop at the decorating lark, am I, Floss? Never mind, Dad..
One more song about movin’ along the highway / Can’t say much of anything that's new.
She spoke little and listened less.
... the beginning and the end of an experience not much the middle ...
... Not much talking involved. ...