By the time she gets there, it will be nearly dark.
- O oraya varmadan önce, neredeyse hava kararacak.
He slipped and nearly fell.
- O kaydı ve neredeyse düşecekti.
The Sahara Desert is almost as large as Europe.
- Sahra Çölü, neredeyse Avrupa kadar büyük.
The founder of Facebook, Mark Zuckerberg, is almost a casanova.
- Facebook'un kurucusu Mark Zuckerberg neredeyse bir kazanova.
Even today, his theory remains practically irrefutable.
- Bugün bile onun teorisi neredeyse inkar edilemez olarak kalmaya devam etmektedir.
Tom practically accused me of being a traitor.
- Tom neredeyse beni bir vatan haini olmakla suçladı.
The twins look so much alike it's next to impossible to distinguish one from the other.
- İkizler o kadar benziyorlar ki birini diğerinden ayırt etmek neredeyse imkansız.
He knows next to nothing about the issue.
- O konuda neredeyse hiçbir şey bilmiyor.
The main streets of many small towns have been all but abandoned thanks, in large part, to behemoths like Wal-Mart.
- Birçok küçük kasabaların ana yolları büyük ölçüde Wal-Mart gibi büyük devlerin sayesinde neredeyse bırakılmaktadırlar.
The painting is all but finished.
- Resim neredeyse bitti.
It's virtually impossible.
- Bu neredeyse imkansız.
The battle was virtually over.
- Savaş neredeyse bitti.
My friends will be here at any moment.
- Arkadaşlarım neredeyse burada olacak.
We're just about finished here.
- Burada işimiz neredeyse bitmek üzere.
Tom can eat just about anything but peanuts.
- Tom fıstığın haricinde neredeyse her şeyi yiyebiliyor.
Almost everybody appreciates good food.
- Neredeyse herkes iyi yemeği takdir ediyor.
The police have been searching for the stolen goods for almost a month.
- Polis, neredeyse bir aydır çalınan eşyaları arıyor.
My work is as good as done.
- İşim neredeyse bitti.
The problem is as good as settled.
- Sorun neredeyse çözüldü.
We scarcely had time for lunch.
- Öğle yemeği için neredeyse zamanımız yoktu.
I scarcely believed my eyes.
- Neredeyse gözlerime inanamıyordum.
Tom couldn't find Mary even though he said he looked just about everywhere.
- Tom neredeyse her yere baktığını söylese bile Mary'yi bulamadı.
I'm just about finished with my homework.
- İşimi neredeyse bitirdim.
She bought the book for next to nothing.
- Kitabı neredeyse bedava aldı.
The twins look so much alike it's next to impossible to distinguish one from the other.
- İkizler o kadar benziyorlar ki birini diğerinden ayırt etmek neredeyse imkansız.
I have been waiting for almost half an hour.
- Neredeyse yarım saattir bekliyorum.
My dog is almost half the size of yours.
- Benim köpeğim neredeyse boyunuzun yarısı kadar.
I think I can speak French well enough to say pretty much anything I want to say.
- Sanırım söylemek istediğim bir şeyi neredeyse tamamen söylemek için yeterince iyi şekilde Fransızca konuşabilirim.
She ignored him pretty much all day.
- Neredeyse bütün gün onu görmezden geldi.
I could hardly get a wink of sleep last night.
- Dün gece neredeyse hiç uyuyamadım.
I was up almost all night.
- Neredeyse bütün gece ayaktaydım.
I'm about ready to go.
- Neredeyse gitmeye hazırım.
Tom almost forgot about the meeting.
- Tom neredeyse toplantıyı unutuyordu.
I barely even remember Tom.
- Neredeyse Tom'u hatırlamıyorum.
Tom is at home almost every evening.
- Tom neredeyse her akşam evdedir.
He slipped and nearly fell.
- O kaydı ve neredeyse düşecekti.
By the time she gets there, it will be nearly dark.
- O oraya varmadan önce, neredeyse hava kararacak.
I have hardly any money with me.
- Yanımda neredeyse hiç param yok.
Unfortunately I hardly speak any German.
- Ne yazık ki neredeyse hiç Almanca konuşamıyorum.
They have scarcely gone out since the baby was born.
- Bebek doğduğundan beri neredeyse hiç dışarı çıkmadım.
He scarcely ever watches TV.
- O, neredeyse hiç tv izlemez.
There's hardly any hope that he'll win the election.
- Onun seçimi kazanacağına dair neredeyse hiç umut yok.
There's hardly any coffee left in the pot.
- Demlikte neredeyse hiç kahve yok.