It is preoccupation with possession, more than anything else, that prevents men from living freely and nobly.
- Bu, başka her şeyden daha fazla, insanların özgürce ve mertçe yaşamasını engelleyen mülk ile ilgili kaygıdır.
The ball is that boy's prized possession.
- Top o çocuğun değerli mülküdür.
The eldest son succeeded to all the property.
- En büyük oğlan bütün mülkiyetin varisi oldu.
They lost their property.
- Onlar mülklerini kaybettiler.
Sami left an estate in Egypt.
- Sami, Mısır'da bir mülk bıraktı.
He has an estate in the country.
- Onun ülkede bir mülkü var.
Is that book in the public domain?
- O kitap kamu mülkiyetinde mi?
Did you know that he bought a condominium?
- Onun bir kat mülkiyeti aldığını biliyor muydun?
Tom bought a condominium near the lake.
- Tom göle yakın bir kat mülkiyeti aldı.