İnsan ruhu yeryüzünde bulunduğu müddetçe; müzik, canlı bir varlık gibi ona eş ve destek olup büyük anlam katacak.
- So long as the human spirit thrives on this planet, music in some living form will accompany and sustain it and give it expressive meaning.
Ben hiçbir canlıyı küçümsemiyorum. Tabii ki ben Allah değilim. Ben de kulum; hatalarım olmuştur, yalanlamıyorum.
- I don't look down upon any living being. Needless to say, I'm no God. I'm a human being myself; I may have made mistakes, I do admit.
Hayatını İngilizce öğreterek kazanıyor.
- He earns his living by teaching English.
Ölüm yaşamın zıttı değildir: biz ölümümüzü ölürken geçirmezken hayatımızı yaşarken geçiririz.
- Dying is not the opposite of living: we spend our life living while we don't spend our death dying.
Oturma odamda geniş pencereler var.
- My living room has wide windows.
Oturma odası yemek odasına bitişiktir.
- The living room adjoins the dining room.
Ölüm hiçbir şeydir. Onun yerine yaşayarak başla - sadece daha zor değil fakat aynı zamanda daha uzundur.
- Dying's nothing. Start instead by living - not only is it harder, but it's longer as well.
Tom yıllarını Boston sokaklarda yaşayarak geçirdi.
- Tom spent years living on the streets of Boston.
Tom'un geçinmek için ne yaptığını biliyor musun?
- Do you know what Tom does for a living?
Tom Mary'nin geçinmek için ne yaptığını biliyordu.
- Tom knew what Mary did for a living.
Parası için onunla evlendi ve onun sıradan yaşantısına katlanamadı.
- She married him for his money, and couldn’t put up with his plain way of living.
Şehirde yaşayan insanlar kır yaşantısının zevklerini bilmezler.
- People living in town don't know the pleasures of country life.
Tímea, Polonya'da yaşayan bir Macardır.
- Tímea is a Hungarian living in Poland.
Yaşayan hiçbir şey havasız yaşayamazdı.
- No living thing could live without air.
Tom Mary'nin geçinmek için ne yaptığını bilmiyor.
- Tom doesn't know what Mary does for a living.
O kamptaki mülteciler bir aydır kıt kanaat geçinmektedirler.
- The refugees in that camp have been living from hand to mouth for a month.
Tom geçimini neyle sağlar?
- What does Tom do for a living?
Bir satıcı olarak geçimini sağlıyor.
- He makes a living as a salesman.
İstatistikler bizim yaşam standardımızın yüksek olduğunu gösteriyor.
- The statistics show that our standard of living is high.
Eski devlet başkanlarının hiçbiri Fransızların yaşam standardını iyileştirmedi.
- None of the former heads of State improved the standard of living of the French.
Yalnız yaşamaya alışkın.
- She is used to living alone.
Sanırım birlikte yaşamamız senin alışkanlıklarını etkiledi.
- I think that our living together has influenced your habits.
Yalnız yaşamaya alışkın.
- She is used to living alone.
Sanırım birlikte yaşamamız senin alışkanlıklarını etkiledi.
- I think that our living together has influenced your habits.
Bir satıcı olarak geçimini sağlıyor.
- He makes a living as a salesman.
Tom geçimini sağlamak için bir kamyon sürmektedir.
- Tom drives a truck for a living.
Yeni yaşam tarzına alıştı.
- He got accustomed to the new way of living.
Ben laik bir yaşam tarzı yaşıyorum.
- I'm living a secular lifestyle.
Yaşam, yaşayanlara aittir ve yaşayan, değişim için hazırlanmalıdır.
- Life belongs to the living, and he who lives must be prepared for change.
Yalnız yaşamaya alışkın.
- She is used to living alone.
Seninle yaşamaktan hoşlanıyorum.
- I like living with you.
It is also pertinent to note that the current obvious decline in work on holarctic hepatics most surely reflects a current obsession with cataloging and with nomenclature of the organisms—as divorced from their study as living entities.
What do you do for a living?.
He almost beat the living daylights out of me.