O, büyük babanın canlı görüntüsüdür.
- It's the living image of your grandfather.
O bir canlı, dolayısıyla doğal olarak sıçıyor da.
- It's a living being, so of course it shits.
O, ne mutfakta ne de salonda.
- She is neither in the kitchen nor in the living room.
Oturma odasında video oyunları oynarken annem bana onunla birlikte alışverişe gidip gitmeyeceğimi sordu.
- When I was playing video games in the living room, Mother asked me if I would go shopping with her.
Oturma odası yemek odasına bitişiktir.
- The living room adjoins the dining room.
Ölüm hiçbir şeydir. Onun yerine yaşayarak başla - sadece daha zor değil fakat aynı zamanda daha uzundur.
- Dying's nothing. Start instead by living - not only is it harder, but it's longer as well.
Ben Berlin'de bir Alman aile ile yaşayarak bir hafta geçirdim.
- I spent a week in Berlin living with a German family.
Tom'un geçinmek için ne yaptığını biliyor musun?
- Do you know what Tom does for a living?
Tom Mary'nin geçinmek için ne yaptığını bilmiyor.
- Tom doesn't know what Mary does for a living.
Parası için onunla evlendi ve onun sıradan yaşantısına katlanamadı.
- She married him for his money, and couldn’t put up with his plain way of living.
Şehirde yaşayan insanlar kır yaşantısının zevklerini bilmezler.
- People living in town don't know the pleasures of country life.
Ev halkı, aynı yaşam alanını ve parayı paylaşan bir gruptur.
- A household is a group that shares the same living space and finances.
Ortalama bir Amerikan yaşam alanı Japonya'daki yaşam alanının iki katı kadar büyüktür.
- The average American living space is twice as large as the living space in Japan.
Tüm canlılar varlığın tek zincirine bağlıdırlar.
- All living things are connected in one chain of being.
Eğer su olmasa canlılar yaşayamaz.
- If it were not for water, no living things could live.
Londra'da yaşayan bir arkadaşım var.
- I have a friend living in London.
Tímea, Polonya'da yaşayan bir Macardır.
- Tímea is a Hungarian living in Poland.
Tom bir sokak müzisyeni olarak geçinmeyi zor buldu.
- Tom found it hard to make a living as a street musician.
Onlar geçinmeyi zor buldu.
- They found it difficult to earn a living.
Tom geçimini sağlamak için bir kamyon sürmektedir.
- Tom drives a truck for a living.
Bir satıcı olarak geçimini sağlıyor.
- He makes a living as a salesman.
Bir satıcı olarak geçimini sağlıyor.
- He makes a living as a salesman.
Zavallı kız, çiçek satarak geçimini sağladı.
- The poor girl made a living by selling flowers.
İstatistikler bizim yaşam standardımızın yüksek olduğunu gösteriyor.
- The statistics show that our standard of living is high.
Eski devlet başkanlarının hiçbiri Fransızların yaşam standardını iyileştirmedi.
- None of the former heads of State improved the standard of living of the French.
Sanırım birlikte yaşamamız senin alışkanlıklarını etkiledi.
- I think that our living together has influenced your habits.
Yalnız yaşamaya alışkın.
- She is used to living alone.
Sanırım birlikte yaşamamız senin alışkanlıklarını etkiledi.
- I think that our living together has influenced your habits.
Seninle yaşamaktan hoşlanıyorum.
- I like living with you.
Bu ev yakında, iki yatak odası ve bir oturma odası var, ve dekorasyonu kötü değil; ayda 1500.
- This house is nearby, it has two bedrooms and a living room, and the decoration isn't bad; it's 1500 a month.
Çocuk oturma odasında duruyor.
- The boy is standing in the living room.
Bu alanda yaşayan insanlar su yokluğu nedeniyle ölüyor.
- People living in this area are dying because of the lack of water.
Londra'da yaşayan bir arkadaşım var.
- I have a friend living in London.
She was living through her daughter.
Ölüm yaşamın zıttı değildir: biz ölümümüzü ölürken geçirmezken hayatımızı yaşarken geçiririz.
- Dying is not the opposite of living: we spend our life living while we don't spend our death dying.
Hayatını İngilizce öğreterek kazanıyor.
- He earns his living by teaching English.
Sizinle yaşamayı seviyorum.
- I love living with you.
Sanırım birlikte yaşamamız senin alışkanlıklarını etkiledi.
- I think that our living together has influenced your habits.
Ben laik bir yaşam tarzı yaşıyorum.
- I'm living a secular lifestyle.
Büyükannem yaşam tarzını hiçbir zaman değiştirmedi.
- My grandmother never changed her style of living.
Yaşam, yaşayanlara aittir ve yaşayan, değişim için hazırlanmalıdır.
- Life belongs to the living, and he who lives must be prepared for change.
Ben hiçbir canlıyı küçümsemiyorum. Tabii ki ben Allah değilim. Ben de kulum; hatalarım olmuştur, yalanlamıyorum.
- I don't look down upon any living being. Needless to say, I'm no God. I'm a human being myself; I may have made mistakes, I do admit.
O bir canlı, dolayısıyla doğal olarak sıçıyor da.
- It's a living being, so of course it shits.
Denizde yaşayan canlıların çoğu, kirlilikten etkilenir.
- Most living creatures in the sea are affected by pollution.
Bazı işçiler geçinmeye yetecek ücret bile kazanmıyor.
- Some workers don't even earn a living wage.
It is also pertinent to note that the current obvious decline in work on holarctic hepatics most surely reflects a current obsession with cataloging and with nomenclature of the organisms—as divorced from their study as living entities.
What do you do for a living?.
He almost beat the living daylights out of me.
Hunanese is a living language.
These living conditions are deplorable.
This is the living image of Fidel Castro.
plain living.
The coelacanth and the dawn redwood are living fossils.
Crocodiles are living fossils that haven't changed their appearance much in millions of years.
temples hewed from the living rock.
Long believed to be extinct, the purple-bellied speckled turtle was sighted for the first time in living memory in a remote pasture near Chicago'.'.
2001: It was the layback, a casual declaration of civil disobedience in the pope's living room, our own aquatic limbo act. — Jason Borte, surfline.com.