En kısa sürede buradan ayrılmalıyız.
- We should lose no time in leaving here.
Tom genellikle sabahları evden ayrılmadan önce hava raporunu izler.
- Tom usually watches the weather report in the morning before leaving home.
Muayene odasından tam ayrılırken doktor hoşça kal diyerek elini salladı.
- Just as we were leaving the exam room the doctor waved his hand saying, 'bye-bye'.
Ne zaman ayrılıyorsunuz?
- When are you leaving?
Tom cinayet silahında parmak izlerini bırakmaktan kaçınmak için eldivenler giydi.
- Tom wore gloves to avoid leaving his fingerprints on the murder weapon.
Tom okulu bırakmayı düşündü fakat onun aleyhinde karar verdi.
- Tom considered leaving school, but decided against it.
Tom'un şu ana kadar karısını terketmeyi düşündüğünden şüpheliyim.
- I doubt that Tom would ever consider leaving his wife.
Yağmur çiselemeye başladığında, evi terketmek üzereydim.
- I was on the point of leaving home when a light rain started to fall.
Ancak Lucy evinden ayrılmak üzereydi.
- However, Lucy is about to leave her home.
Tom binadan ayrılmak zorunda kalacak.
- Tom will have to leave the building.
Anahtarı arabada bırakmak senin dikkatsizliğindi.
- It was careless of you to leave the key in the car.
Dışarı çıkmadan önce kapıyı kilitlemeden bırakmak onun dikkatsizliğiydi.
- It was careless of her to leave the door unlocked when she went out.
Tom izin için başvurdu.
- Tom applied for a leave of absence.
O iki hafta izin aldı ve Çin'i ziyaret etti
- She took two weeks' leave and visited China.
Tom asla Boston'u terk etmek istemiyor.
- Tom doesn't want to ever leave Boston.
Onun işini terk etmek için karar verdiğini bilmiyordum.
- I didn't know he had decided to leave his job.
Gitmek isteyen birini kalmaya zorlayamazsın. Eğer kalmak istersem, beni gitmeye zorlayabilirler mi?
- You cannot force someone to stay if they want to leave. If I want to stay, can they force me to leave?
Daha uzun süre kalmak istiyorum ama gitmek zorundayım.
- I'd like stay longer, but I have to leave.
Bahçe düşmüş yapraklarla kaplıydı.
- The garden was covered with fallen leaves.
Ağaçların yaprakları sonbaharda sarıya döner.
- The leaves of the trees turn yellow in fall.
Hareket etmek için hazır ol.
- Be prepared to leave.
Hemen Amerika'ya hareket etmek zorunda kaldık.
- We had to leave for America on short notice.
O beni aradığında evden ayrılmak üzereydim.
- I was about to leave my house when she rang me up.
O yakında hastaneden ayrılacak.
- She will leave the hospital soon.
Yola çıkmak istiyor musun?
- Do you want to leave?
Hemen yola çıkmak zorundayız.
- We have to leave at once.
Onlarla kapıda vedalaştım.
- I took my leave of them at the gate.
Tom'la vedalaşıncaya kadar gidemezsin.
- You can't leave until you've said goodbye to Tom.
Sami, Leyla'yı terketmek istiyordu.
- Sami wanted to leave Layla.
Tom terketmek zorunda olacak.
- Tom is going to have to leave.
Cambridge treni 5. platformdan kalkmaktadır.
- The train for Cambridge leaves from Platform 5.
Tren kalkmak üzere. Acele et.
- The train's about to leave. Hurry up.
I think you'd better leave.
When he had leeft speakynge, he sayde vnto Simon: Cary vs into the depe, and lett slippe thy nette to make a draught.
I'll leave the car in the station so you can pick it up there.
I left the band.
Can't we just leave this to the experts?.
When my father died, he left me the house.
And by myssefortune Sir Bors smote Sir Launcelot thorow the shylde into the syde, and the speare brake and the hede leffte stylle in the syde.
I left the country and I left my wife.
I've been given three weeks' leave by my boss.
There's not much food left, we'd better go to the shops.
... leaving us to survive on what we have at hand. ...
... grandpa salt has completely disappeared leaving only a superficial incise shall ...