Onun bu görev için nitelikli olması en az iki yılını alacak.
- It will take her at least two years to be qualified for that post.
Günde en az yedi saat uyumak zorundayız.
- We must sleep at least seven hours a day.
En ufak mutluluk bile bana çok görülüyor.
- I am grudged even the least bit of happiness.
Onun kitapla ilgili en küçük bir fikri yoktu.
- He didn't have the least idea of the book.
O en küçük ortak paydaya itiraz etmeye çalışıyor.
- He's trying to appeal to the least common denominator.
Asker zerre kadar ölmekten korkmuyordu.
- The soldier was not in the least afraid to die.
Ben fizikle zerre kadar ilgilenmiyorum.
- I'm not in the least interested in physics.
Onun bu görev için nitelikli olması en az iki yılını alacak.
- It will take her at least two years to be qualified for that post.
Günde en az yedi saat uyumak zorundayız.
- We must sleep at least seven hours a day.
Sana küçük bir şey getirdim.
- I brought you a little something.
Sana küçük bir şey getirdim.
- I've brought you a little something.
O yumuşak kilden ufak bir heykel yaptı.
- He made a little statue out of soft clay.
Onun başarılı olacağına dair ufak bir umut var.
- There is little hope that he will succeed.
Birisi sana yardım ettiğinde, en azından, teşekkür ederim diyebilirdin.
- You might at least have said, Thank you, when someone helped you.
O, en azından haftada bir kez anne ve babasına yazdı.
- She wrote to her parents at least once a week.
Matematiği zerre kadar seviyorum.
- I like math least of all.
Sahip olduğum az miktarda parayı ona ödünç verdim.
- I lent him what little money I had.
Sahip olduğum az miktarda parayı ona verdim.
- I gave him what little money I had.
Sahip olduğu azıcık parayı çocuğa verdi.
- He gave the boy what little money he had.
Kanepede azıcık kestir.
- Take a little nap on the sofa.
Birazcık heyecan istemez misin?
- Don't you want a little excitement?
Birazcık öğrenme tehlikeli bir şeydir.
- A little learning is a dangerous thing.
Tom benden biraz daha genç.
- Tom is just a little younger than I am.
Tom senin kızından biraz daha genç.
- Tom is a little younger than your daughter.
Tom'un hiç olmazsa yardım önermesini umuyordum.
- I expected Tom to at least offer to help.
Hiç olmazsa teşekkür ederim diyebilirsin.
- You might at least say thank you.
Karıncaların yaşamını önemsiz sayma.
- Don't think little of the ants' lives.
Bu cümleyi biraz daha kısalt.
- Make this sentence a little shorter.
Sesi biraz kısar mısın?
- Could you lower the volume a little?
Sen hiç mutlu değilsin.
- You are not in the least happy.
Uzun bir günün ardından yorgun olmalısın. Hayır, hiçbir şekilde.
- You must be tired after a long day. No, not in the least.
Dünyanın en büyük şarkıcıları ve ünlü müzisyenlerinin çoğu şişmandır ya da en azından bariz şekilde tombuldur.
- The world's greatest singers and most of its famous musicians have been fat or at least decidedly plump.
Ne yazık ki o bu değişiklikleri kabul etmek için biraz fazla dar görüşlüdür.
- Unfortunately he's a little too narrow-minded to accept these changes.
Anne kızlarına hemen hemen hiç bir şey söylemedi.
- The mother said little to the daughters.
Anne oğullarına hemen hemen hiç bir şey söylemedi.
- The mother said little to the sons.
Boşa geçirecek çok az zamanımız var.
- We have little time to waste.
Tom'un çocuklarına bu kadar az zaman harcaması şaşırtıcı.
- It's amazing how little time Tom spends with his children.
Sahip olduğum az miktarda parayı ona verdim.
- I gave him what little money I had.
O, fakir olmasına rağmen, sahip olduğu az miktarda parayı ona verdi.
- Poor as she was, she gave him what little money she had.
Avustralya dünyadaki en küçük kıtadır.
- The smallest continent is Australia.
Avustralya dünyadaki en küçük kıtadır.
- Australia is the smallest continent in the world.
Light does not need to know in advance which is the path of least time because it takes all paths from its source to its destination.
It was the least surprising thing.
I couldn't count them all, but I think there must have been at least 500 people in attendance.
We had very little to do.
She spoke little and listened less.
It's of little importance.
This is a little table.
In the forties, hurdy-gurdy men could still be heard in all those East Coast cities with strong Italian neighbourhoods: New York, Baltimore, Philadelphia and Boston. A visit to Baltimore's Little Italy at that time was like a trip to Italy itself.
That's the biggest little kid I've ever seen.
Girl: To say the least!.
Dead flies cause the ointment of the apothecary to send forth a stinking savour: likewise a small act of folly unto him that is esteemed for wisdom and honour.
- As dead flies give perfume a bad smell, so a little folly outweighs wisdom and honor.
He's just a small-time thug, but if he had just a little more moxie, he could be a big-time boss.
- He's just a petty hooligan, but if he had just a little more initiative, he could be a major criminal leader.
... the last 2,000 years at least, except for the Black Death in the 14th century, the population ...
... Now, digital rights management's a bad idea for solving social problems for at least two ...