Tom, an Englishman, spoke impeccable, accent-free German. If I had not known better, I would have taken him for a German from a very good family.
- Tom, bir İngiliz, kusursuz, aksansız Almanca konuştu. Daha iyi tanımasaydım, onu iyi bir aileden gelen bir Alman sanırdım.
Only the most impeccable dishes are served to the royal family.
- Kral ailesine sadece en kusursuz yemekler sunulur.
Who knows his own mother tongue perfectly?
- Kim kendi anadilini kusursuz bir biçimde bilir?
The mission went perfectly.
- Görev kusursuz olarak gitti.
Tom speaks flawless Russian.
- Tom kusursuz Rusça konuşur.
How can you speak such flawless German?
- Nasıl böyle kusursuz Almanca konuşabiliyorsun?
Tom is thorough, isn't he?
- Tom kusursuz, değil mi?
Tom wasn't very thorough.
- Tom çok kusursuz değildi.
You sound perfectly qualified.
- Kulağa kusursuz bir şekilde nitelikli geliyorsun.
It does seem like an excellent plan.
- Kusursuz bir plan gibi görünüyor.
Precise measurements are necessary.
- Kusursuz ölçümler gerekli.
It was almost the perfect crime: we arrived at the scene, opened the trunk, killed the man and cleaned up the prints, but we forgot to hide the body.
- Neredeyse kusursuz cinayetti: Biz, olay yerine geldik, bagajı açtık, adamı öldürdük ve izleri temizledik, ama biz cesedi gizlemeyi unuttuk.
It was almost the perfect crime: we arrived at the scene, opened the trunk, killed the man and cleaned up the prints, but we forgot to hide the body.
- Neredeyse kusursuz cinayetti: Biz, olay yerine geldik, bagajı açtık, adamı öldürdük ve izleri temizledik, ama biz cesedi gizlemeyi unuttuk.
This island has an ideal climate.
- Bu adanın kusursuz bir iklimi var.
Neither Tom nor Mary is correct.
- Ne Tom ne de Mary kusursuz.
She's correct for sure.
- O kesinlikle kusursuzdur.
The room is in immaculate order.
- Oda kusursuz durumda.
Although English is not his first language, he speaks it impeccably.
- İngilizce onun anadili olmamasına rağmen, onu kusursuz konuşur.
Tom is always impeccably dressed.
- Tom her zaman kusursuz giyinir.
We all have our flaws.
- Hepimizin kusurları var.
I can't find a single flaw in her theory.
- Onun teorisinde bir tek kusur bulamıyorum.
The horse that we can't buy will always have a defect.
- Satın alamadığımız atın her zaman bir kusuru olacaktır.
If defective in structure, they are perfect in function.
- Yapı olarak kusurlu olsalar bile, onlar fonksiyon olarak mükemmeldir.
It is cruel of you to find fault with her.
- Onda kusur bulduğun için zalimsin.
She finds fault with everything and everyone.
- Her şeye ve herkese bir kusur buluyor.
Love loves imperfectly.
- Aşk kusurlu olarak sever.
I didn't notice the imperfection.
- Ben kusuru fark etmedim.
Neither Tom nor Mary is correct.
- Ne Tom ne de Mary kusursuz.
Excuse me, but you're mistaken.
- Kusura bakma ama hatalısın.
Don't take this the wrong way, but what you have related doesn't matter.
- Kusura bakmayın ama, anlattıklarınızın hiçbir önemi yok.
There's nothing physically wrong with him.
- Onda fiziksel olarak hiçbir kusur yok.
I am loving Tatoeba despite all its imperfections.
- Ben tüm kusurlarına rağmen Tatoeba'yı seviyorum.
They have eliminated all imperfections.
- Bütün kusurları ortadan kaldırdılar.