But the other, because he's been immersed in arguments, gives the appearance of harbouring considerable anxiety and suspicion that he's ignorant of those matters he presents himself to others as an expert on.
I was anxious to get into the office before Henderson called from New York.
Tom told Mary to stop worrying.
- Tom Mary'ye kaygılanmayı durdurmasını söyledi.
There's no reason to worry.
- Kaygılanmak için hiç bir neden yok.
Anxiety about immigration is one of the reasons why Great Britain voted to leave the European Union.
- Göç ile ilgili kaygı Büyük Britanya'nın Avrupa birliğinden ayrılmak için oy verme nedenlerinden biridir.
The bliss was often interrupted by anxiety.
- Mutluluk sık sık kaygı ile kesildi.
He is free from care.
- Onun hiçbir kaygısı yok.
My mother is carefree, cheerful and good-natured.
- Annem, kaygısız, neşeli ve iyi huyludur.
I must admit, I have some misgivings about your plan.
- İtiraf etmeliyim, senin planın hakkında bazı kaygılarım var,
Tom tried to hide his concern.
- Tom kaygısını saklamaya çalıştı.
I've been concerned about you.
- Senin için kaygılandım.
It is preoccupation with possession, more than anything else, that prevents men from living freely and nobly.
- Bu, başka her şeyden daha fazla, insanların özgürce ve mertçe yaşamasını engelleyen mülk ile ilgili kaygıdır.