He was very anxious on the eve of the exam.
- O, sınav arifesinde çok kaygılıydı.
Tom was anxious all the time.
- Tom her zaman kaygılıydı.
You look really worried.
- Gerçekten kaygılı görünüyorsun.
We were worried that Tom might not make friends in Boston, but he seems to be doing OK.
- Tom'un Boston'da arkadaş edinemeyeceğinden kaygılıydık ama o iyi yapıyor gibi görünüyor.
I was very concerned in October.
- Ekim ayında çok kaygılıydım.
People are concerned about racial problems.
- İnsanlar ırksal sorunlar hakkında kaygılılar.
I found his pretentious demeanor quite disconcerting.
- Onun iddialı tavrını oldukça kaygılı buldum.
I'm nervous and excited.
- Ben kaygılı ve heyecanlıyım.
You seem preoccupied.
- Kaygılı görünüyorsun.
Tom is always preoccupied.
- Tom her zaman kaygılı.
Don't worry about Tom.
- Tom hakkında kaygılanma.
There's no reason to worry.
- Kaygılanmak için hiç bir neden yok.
Anxiety about immigration is one of the reasons why Great Britain voted to leave the European Union.
- Göç ile ilgili kaygı Büyük Britanya'nın Avrupa birliğinden ayrılmak için oy verme nedenlerinden biridir.
The bliss was often interrupted by anxiety.
- Mutluluk sık sık kaygı ile kesildi.
Tom was happy and carefree.
- Tom mutlu ve kaygısızdı.
Few people are free from cares.
- Birkaç kişi kaygısız.
I must admit, I have some misgivings about your plan.
- İtiraf etmeliyim, senin planın hakkında bazı kaygılarım var,
Tom tried to hide his concern.
- Tom kaygısını saklamaya çalıştı.
That's my sole concern.
- O benim yegane kaygım.
It is preoccupation with possession, more than anything else, that prevents men from living freely and nobly.
- Bu, başka her şeyden daha fazla, insanların özgürce ve mertçe yaşamasını engelleyen mülk ile ilgili kaygıdır.